KEMER TAKMIYORUM Kİ…
Çok şükür bugün sizlerden gelenlere, ya da bize ulaştırılanlara kısa kısa değinme imkânı bulacağız.
Önce Veteriner Fakültesi ile ilgili yazdığım dahası fotoğraflar ile konuyu açmaya çalıştığımız yazımızdan başlayalım.
Kısa bir süreliğine yurt dışında idim. Çok telefon parası geliyor diye de telefonum yurtdışı görüşmelerine kapalı. İnternet zaten yetiyor. İşimizi de onunla görüyoruz. Neyse daha İstanbul’a iner inmez telefonumuz çalmaya başladı. İlk arayan isimlerden birisi de Selçuk Üniversitesi’nden Rektörlük Basın ve Halkla İlişkilerden Sorumlu dostumuz Ahmet Şimşekler aradı. Önce Veteriner Fakültesi ile ilgili yazımız için teşekkür etti. Dekan Bey’in göreve yeni geldiğini ve durumun derhal düzeltileceğini, dahası durum düzeltildikten sonra da Dekan Bey’in bizi çağırıp yenilenen yerleri gezdirmek istediğini söyledi. Biz de Ahmet Bey’e teşekkür ettik. Dekan hocaya hassasiyeti için teşekkür ettik. Ama bizim gezip görmemize gerek olmadığını, durum düzeltildikten sonra iki kare fotoğraf atmaları halinde bizde bu durumu ve düzeltilmiş hali aynı şekilde kamuoyu ile paylaşabileceğimizi söyledik.
Dün de rektörümüz Mustafa Şahin Hoca arıyordu. Hani biz bu konunun üzerinden 24 saat geçtiği ve açıklama yapıldığı için de hocanın Veterinerlik yazımız için bizi arayacağını düşünmemiştik. Rektör Hocamız da selam sabah ve hal hatırdan sonra şöyle demez mi? “Uğur abi o sizin yayınladığımız fotoğraflar 6 ay önceki hali imiş. Dekan Hoca yeni, Hoca’yı yıpratmak için yapıyorlar. Sizi de atlatıyorlar…”
Hoca ile görüşmemizi özetliyorum.
Bu fotoğraf karelerinin çekildiği tarih bizde var. Yani 6 aylık asla değil ama 16 günlük olabilir. Fotoğrafları çeken kişi vatanini milletini üniversiteyi seven ama üniversite ile yedi ceddinden alakası olmayan bir devlet memuru idi. Üzüldüğü için cep telefonu ile o fotoğrafları çekmişti. Yani şuna adımız gibi emindik ki bu abimiz ne Dekan Hoca’yı tanır ne de onu yıpratmak gibi bir niyeti olabilir idi.
Sonra biz yayın grubu olarak da şahıs olarak da bırakın Dekan Hoca’nın , Rektör Mustafa Şahin Hoca’nın dolayısıyla Selçuk Üniversitesinin asla kasıtlı olarak yıpratılmasına alet olmayız Allah’ın izni ile.
Ve hocamız ile uzun uzadıya konuşunca anlaştık. Rektör Hoca teşekkür etti ve telefonlarımızı kapattık.
………..
Bu konuyu niye bu kadar uzattım biliyor musunuz?
Şimdi eğer dün Rektör hoca bunları demeseydi yine yazmayacağım ama üzüldüğüm bir olayı kulak arkası yapacaktım. Hoca buna vesile oldu.
Şimdi iki gün önce yaşadığım bir olayı da burada sizlerle paylaşarak, şehri yöneten temiz yöneticilerimiz ile saf temiz yöneticilerine artık inanmayan güvenmeyen ve sadece Reis’ine inanan sade vatandaşın geldiği noktayı birleştirmeye çalışacağım. Bir kusurumuz olursa af ola.
Yurt dışında da olsak malumunuz yerel günlük yazılarımıza çok şükür ara vermiyoruz. Yurt dışında iken bize aktarılan delilli, ispatlı ve de şahitli bir din adamımızın davranışını kibarca sizlere aktarmaya gayret etmiştik.
Biz yokken Müftülük’ten aramışlar. Konu ile ilgili olarak. Biz bizi arayan müftü yardımcısı hocamıza dönüş yaptık. Allah için müftü yardımcısı hocamız baştan sona son derece kibar, nazik ve anlayışlı idi. Hocamız konuyu sordu biz de hangi müftümüzün ne yaptığını bir bir bize aktarıldığı gibi anlattık. Sadece mekanın ismini vermedik. İsterlerse onu da verebileceğimizi söyledik.
Sıkıntı şurada başlıyordu.
Müftü yardımcımız dönüp dolaşıyor bu konuda bir işlem yapılabilmesi için bizim Müftülüğe gidip dilekçe vermemiz gerektiğini söylüyordu.
Ben de diyordum ki “Hocam yazımız bir vatandaşın yaşadıklarından ibaret ve ihbar niteliğinde. Eğer siz kurum olarak bana yazılı olarak sorarsanız yazılı olarak cevaplandırayım. Ama sözlü soruyorsunuz, sözlü bilgi veriyorum. Vatandaş gelsin dilekçe versin diyorsunuz. Niye gelip kendini deşifre etsin ki. Özür dilerim ama vatandaşın artık yapılan bir haksızlığın cezalandırılacağına karşı güveni kalmadığı için durumu bize aktarıyor. Biz de bu durumdan memnun değiliz. Ama özür dilerim. Ben yerimden kalkıp size gelip dilekçe yazamam. Yazdıklarım yalan ya da yanlış ise hukuku işlem başlatın. Ya da yazılı olarak sorun yazılı olarak size cevaplandırayım”…
……..
Hocam ısrarla işin yazıya dökülmesini istiyordu.
Defalarca söyledim. Vatandaş ne acı ki buna ben de dahil artık BİMER’den CİMER’den hakkın iade edileceğine inanamıyor. Çünkü minareyi çalanın kılıfı hep hazır artık, çalmak demeyelim ağır olacak mazeretler hazır, gerekçeler sıralı.
Hocam sordu “ne yazdınız da sonuç alınamadı?”
Dedim ki “Hocam bizim sütunda iki yıl boyunca Konya’nın göbeğinde Nalçacı Caddesi’ndeki camide mübarek Ramazan ayında ezan okunmuyor. Ezan okunursa da oraya yakın apartmanın görevlinin oğlu tarafından okuyor. Ve akşam namazında ezan okunmadığı için cemaat yok. Bunu defalarca yazdım. Cami cemaati müftülüğü arayıp durumu ismi ile cismi ile bildiriyor. Dönemin valisi bu konu için aradı. Durumu öğrendi. Sonra doğruladı. Daha sonra gerekçesini de öğrendim. Bu kadar aşikar bir durumu çözemedikten sonra siz diğer durumlar için dilekçe yazsam ya da vatandaş gelip yazsa siz insanları ya da beni sadece karşı tarafa hedef olarak gösteriyorsunuz. Sonuç çok acı ama hep aynı.
Uzun uzadıya sohbetin sonucu ne mi oldu?
Hocamız yine son derece kibar bir şekilde “Müftü Bey’e sorayım” dedi.
………..
Ne demek istiyorum tekrar toparlayayım. Ne yazık ki sade vatandaş yaşadığı bir aksilik ya da eksikliği yazdığı zaman adını soyadını verip telefonla mail yolu ile bildirdiği zaman o işin dönüp dolaşıp kendisini kalbinden vuracağını biliyor ya da inanıyor. Bu yüzden de artık günümüzde sadece dinlediği ve sözlerine itibar ettiği Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a inanıyor. Haaaa o da olmaz ise çaresiz Cenab-ı Allah’a havale ediyor.
İYİ Kİ KEMER KULLANMIYORUM
Dün sabah ilk görüştüğümüz kişilerden birisi de bu şehirde çok faal ve etkili bir STK’nın Başkanı idi. Sosyal medyadan takip etmiştim. Onlar da yurt dışında büyük bir fuarda üyeleri ile birlikte idik. Ve bu Sayın Başkan selam sabahtan sonra anlatmaya başladı. Başkan anlattıkça not almaya çalıştım. İşte şimdi bu notları özetliyorum;
“Uğur abi sizde sık sık yurt dışına çıkıyorsunuz. Ama Konya havaalanında yaşadıklarınızı İstanbul’da Atatürk Hava limanında yaşıyor musunuz? Veya biz Almanya’dan yeni geldik. Siz de Almanya’da ve başka bir yerde idiniz. Konya Havalimanında yaşadıklarımızı biz Münih Havalimanı’nda yaşamadık. Bu durum sizi üzmüyor mu?
Şöyle Konya Havalimanında iki kez kontrolden geçiyoruz. İlkinde kemerimizi de çıkartıyoruz. Daha sonra ikinci bir kontrole giriyoruz bu kez kemerimiz ile birlikte ayakkabımızı da çıkartıyoruz.
İstanbul’a iniyoruz. Burada da iki kontrolden geçiyoruz. Buradaki kontrollerde de kemerler çıkıyor ama ayakkabı çıkmıyor.
Münih havalimanında ise tek kontrolden geçiyoruz ve sadece kemeri çıkartıyoruz.
Uluslararası hava limanlarında niye böyle farklı uygulamalar var ki?
Yoksa Konya askeri havaalanı olduğu için mi böyle bir titiz uygulama var?
Uğur abi bakın bizim de yurt dışından çok sayıda çalıştığımız yabancı iş adamları Konya’ya geliyor. Turistler şehrimize havayolu ile geliyorlar. Ve bu durumdan duyulan rahatsızlığı onlar da aktarıyorlar. Bunun bir gerekçesi, sebebi var mı? Siz biliyor musunuz?”
……………..
Vallahi kemeri olanın dahası kemer takanların halini biliyorum. Saat kullananların halini biliyorum. Çakmak gibi törpü gibi ya daküçük makas gibi aletleri taşıyanların halini biliyorum.
Ama Allah için ben çok rahatım. Hiçbir sıkıntı da çekmiyorum. Çünkü kemer takmıyorum. Saat kullanmıyorum. Mümkün oldukça her şeyi çantama atıyorum. Utanmasam şortla tişörtle terlikle geçeceğim.
Ama gerekçesini inanın ben de bilmiyorum.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Üç şeyin namı eğer varsa cismi yoktur. Biri Anka, biri kimya, biri ihvanda vefa
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Fatih Işıklar hattında çalışan bazı dolmuş sürücülerimiz Kerkük Caddesi’nden Toptancılara gidiş yönünde trafik ışıklarında yolun en sağından en soluna geçip dönüş yapmadıkları zaman daha iyi ADAM oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.