KONYA “DİNDAR ŞEHİR” OLMA ÖZELLİĞİNİ KAYBEDİYOR
TARİHE YOLCULUK (212)
Ey Müslüman! Ne yediğine, ne içtiğine çok dikkat et. Mayınlı arazilerde fazla dolaşma. Konya, “dindar şehir” olma özelliğini her geçen yıl kaybediyor! 1930’larda Konyalılar hangi hastalıktan ölüyordu, günümüzde ise hangi hastalıklara tutuluyorlar…
Şu aralar yeme, içme ve konuşma konusunda epey düşünmeye başladım.
İnsan mükemmel şekilde yaratılan bir varlık.
Cenâb-ı Mevlâ âdemoğlunu öyle bir tasarım uygulayarak yaratmış ki, her bir organımızın ayrı bir özelliği ve vazifesi var.
Bir araba gibi düşünebilirsiniz.
Arabayı harekete geçirmek için bir motora ve bu motora ivme kazandırmak için de bir enerjiye ihtiyaç var. Eskiden buharlı arabaları, vapurlar ve trenleri harekete geçirmek için katı yakıtlardan enerji üretiliyordu. Nef (petrol) bulunduktan sonra katı yakıt yerine sıvı yakıt kullanılmaya başlandı.
İSLÂM HELÂL-HARAMDAN İBARETTİR
İnsanoğlu ise hem katı hem sıvı yiyecek ve içeceklerden sağlıyor, enerjisini. Bundan dolayı Rabbimiz bizi, “Ey âdemoğulları! Yiyin için fakat israf etmeyin! Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A'râf /31)” diyerek uyarıyor.
Helâl ve haram yiyecekler konusunda da Şanlı Peygamberimiz, ümmetini şu şekilde uyarıyor: “Şurası muhakkak ki, helâller apaçık bellidir, haramlar da apaçık bellidir. Bu ikisi arasında ise insanların çoğunun hükmünü bilmediği şüpheli şeyler vardır. Artık kim bu şüpheli alandan kaçınırsa, dinini de, ırzını da temiz tutmuş olur. Kim de şüpheli alana girerse harama girmiş olur. Tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğun sınırlarını ihlâl etmesi yakındır. Şunu bilin ki, her melikin bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o müstakim olursa cesedin tamamı müstakim olur; eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası, kalbtir.”
Helal-haram mülahazası, yüce dinimizin en çok üzerinde durduğu temel unsurlardan birisidir. “İslâm, muâmelâttan, helal-haramdan ibarettir.” sözü de bunu yansıtmaktadır. Bu ikisi arasındaki orta ve şüpheli alan ise, ülke sınırları arasındaki mayınlı araziler gibi tehlikeli ve uzak durulması istenen bölgedir.
GDO’LU YİYECEKLERDEN UZAK DURUN
‘Dindar’ şehirlerimiz arasında ilk sırayı alma özelliğiyle dikkat çeken Konyalılar, acaba bu konuda ne kadar bilinçli? Şuurlu hareket ediyorlar mı?.. Yâni mayınlı arazilerden kendilerini uzak tutarak dinlerini ve ırzlarını temiz tutma noktasında büyük bir gayret gösteriyorlar mı?..
Gazeteci-yazar Soner Yalçın’ın “Saklı Seçilmişler” adlı yeni çıkan kitabını okuyorum. Uluslararası düzeyde düzenlenen helâl ve sağlıklı gıda ve beslenmeyle ilgili kongreleri de bir gazeteci olarak takip etmeye çalışıyorum. Yeni yeni bilgilere sahip oldukça “dinimizi ve ırzımızı temiz tutma” noktasında şüpheli şeylerin giderek arttığı ve bu noktada GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)’lu yiyeceklerden tutun katlı maddeleri çok gıdalara varıncaya kadar insanın aklına düşebilecek şüphelerden ne kadar uzağız diye de kendi kendine sorular sormaya başlıyorum. Soner Yalçın’ın yaptığı gibi “acaba yediğimiz yoğurt “gerçek yoğurt mu?” yoksa içtiğimiz ayran gerçek yoğurttan mı yapılma?” demekten kendimi alamıyorum…
Fransız sosyolog Claude Fischer “anomi-yabancılaşma” kavramına, 1980 yılında ek yaparak “gastro-anomi” kavramını üretti. Kavramla anlatmak istediği şuydu:
Üretimden kopup pazara hazır hale getirilen insanın, gıda/beslenme konusunda kafası çok karıştırılıyor! Tüketicinin ilgilendiği tek konu; hangi ürünün, hangi koşullar altında, nerede ve kimler tarafından üretildiğinden çok, istediği ürünü en ucuza kolayca nerede satın alabileceği!”
Dünyada ve ülkemizde, tüketicinin üreticiye ve üreticinin ürüne yabancılaştırıldığı bir gıda düzeni kuruldu mu, kurulmadı mı? Her sunulanın sorgusuz yenildiği bir piyasa düzeni oluştu mu, yoksa oluşturuldu mu?..
Bildiğiniz/bildiğimiz gibi alınan gıdaların insan genine son derece etki sağlıyor. “Sütü bozuk/kanı bozuk” lâfları elbette lakırtıdan ibaret değil. Teknoloji ürünğ kimyasal gıdalara ve genetiğiyle oynanarak değiştirilmiş yiyeceklere bizim gen yapımız artık uyum sağlayamaz hale geldi. İşlenen, lifi alınan, nişasta ve şeker miktarı artırılan vs. yiyecekler sindirim sistemimizi darmadağın ediyor. Evet, milyonlarca yıl önce en güzel şekilde programlanan vücudumuz, beslenme değeri az ve kalorisi yüksek kimyasal gıdaları tanımıyor. Bu da vücudun bağışıklık sisteminin yıkılmasına sebep oluyor. Bunun sonucu olarak son yıllarda çok sayıda müzmin hastalığa sebep oluyor.
KONYA “DİNDAR ŞEHİR” OLMA ÖZELLİĞİNİ KAYBEDİYOR
Düşünsenize, Çatalhöyük örneğinden hareketle tarım toplumuna geçen insanoğlunun tek şeker kaynağı, bal idi. Bugün ise, -zararlı olduğu biline biline- 1970’lerde keşfedilen nişasta bazlı şeker/mısır şurubu her yiyeceğin içinde!
Konya’nın 1930’lu yıllarda en yaygın ölüm vakaları ne idi, 1980’lerden sonra ve günümüzde neden kalp ve kanser oldu? İnsanlar neden genç yaşta kronik hastalıklardan ölmeye başladı…
Peki, Konya’da üç insandan ikisi neden aşırı şişman ve obez acaba?
Hiç düşündünüz mü?..
Soruyu birde şöyle soralım:
Konya, “dindar şehir” olma özelliğini her geçen yıl acaba neden kaybediyor?
Konyalı kadınlarımıza diyeceğim o ki, mayınlı arazilerde fazla gezinmesinler. Kalorisi yüksek kimyasal gıdalar ile hazır pasta türü yiyeceklerden behemehâl uzak dursunlar.
Ey Müslüman! Ne yediğine, ne içtiğine ve ne konuştuğuna dikkat et.
YARIN: Küresel hegemonya ve dünya çapında şirketler…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.