Mescîdler mukaddes mekânlardır
- Büyük Türk-İslâm Medeniyetinin terkibinde var olan âmiller arasında mescidlerimizin ayrı bir yeri ve ehemmiyeti vardır. Camiler aynı zamanda vahdetin yeşerdiği, neşvünema bulduğu, insanın Allah’la buluştuğu ve konuştuğu mukaddes mekânlardır.
BİTİRİRKEN
“Tarihî Mâbetlerimiz” adlı araştırma-inceleme yazı dizimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
6 Haziran 2016 tarihinde Beyhekim Mescidi’yle başladığımız Konya’nın Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e külliye, câmî, mescid, türbe şeklinde intikal eden 80’e yakın tarihî yapıyı altı ay boyunca sizlere tanıtmaya, ve tarihi eserlerimizi inanç, kültür ve sosyal unsurlarıyla, boyutlarıyla birlikte istifadenize sunmaya çalıştım.
Konya merkezdeki tarihî hususiyeti bulunan mabetlerle iktifa etmem gerekirken içimden bir ses, “ilçe, belde ve köylerdeki tarihî mabetleri de unutma” şeklinde beni, sonradan uyardı. İlçelerimizdeki camî-i kebir ve tarihî özelliği bulunan mescidlerimizi de tanıtmaya gayret ettim. Henüz ne Ereğli’deki, ne Seydişehir’deki ve nede Hadim’deki tarihi mabetlerimize el atma fırsatım olmadı. Daha başka ilçe ve beldelerimizde bulunan tarihî mabetlerimiz de tanıtılmayı bekliyor.
Bu çalışmamda Mevlâna Dergâhı ve Külliyesi’ni 9 bölümde ancak tanıtabildim. Asitâne olması dolayısıyla merkez dergâha ancak yer verebildik. Yâ değilse Türkiye ve Dünya’daki diğer Mevlevîhâneleri de pekâlâ tanıtabilirdim. Onu da ayrı bir araştırma yazı dizisi olarak inşaâllah ele alırız.
***
Konya tarihine, kültürüne, eğitimine, dinî ve sosyal hayatına “Molla Nasreddin” olarak asırlardan beri yön veren nüktedân, fakih ve eğitimci yönleriyle bilip sevdiğimiz Nasreddîn Hoca’nın türbesinin tanıtımıyla, bu araştırmaya son veriyorum. Güzel bir gelişme olduğu için sizlerle paylaşmak isterim. Benim bu çalışmam Pusula Yayınları arasında kitap olarak yayınlanarak Konyalıların ve insanımızın istifadesine sunulacak. Burada tanıtamadığım ve el atamadığım tarihî mabetlerimiz de o kitabın içerisinde resimleriyle birlikte yer alacak.
***
Hak Teâlâ, hazret-i insanı nerede ve ne zaman yarattığı konusunda bize bilgi vermiyor. Âdemoğlu’nun mübarek bir Cuma günü yaratıldığı ve Âdem ile Havva’nın cennette kalarak imtihanda olduklarını biliyoruz.
İnsanı saptırmak ve istikâmetinden alıkoymak için Şeytan’ın yaratılmasıyla birlikte âdemoğlunun asıl imtihanı da böylece daha cennette başlamış oluyor. Siz buna ister serüven, ister macera, ister kulluk vazifesi deyin…
Arz, balçık, toprak, su insan denilen mahlûkun ana maddesi.
Arz neresi bilmiyoruz! Ama Âdem ile Havva’nın Arz’dan (cennet arzın neresinde) Dünya’ya indirildikleri de bir gerçek.
Bu varoluş âleminde yoktan var edilen âdemoğlunun yaratılış gayesi de şu: “Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyât/56).
İnsan, balçıktan(toprak)yaratıldığı için ve sonradan Cenab-ı Hakk’ın kendinden ruh üflediğinde canlanarak kulluk vazifesini hatırlıyor. Kulluk vazifesinin ifa edildiği yerler olarak mâbedler de bu arada önem arzediyor. Allah’ın evleri olan cami ve mescidler, ibadet yapılan yerler olarak her zaman ve her devirde dikkati çekmiştir. İnsan, bu mâbedleri inşâ ederken ruhundan, sevgisinden, Allah’a olan aşkından dolayı özünden birşeyler muhakkak katıyor.
Camileri gezerken ve cami taşlarına, tuğlalarına, betonlarına elimi sürerken ve parmaklarımla dokunurken, sanki kendimi oraya aitmiş gibi hissediyorum.
Neden?
Ecdadımız bir şehir kurarken tasavvur ettiği medeniyetin merkezine önce mescidi (ibadet edeceği mâbedi) yaparak etrafını da o şekilde imar etmeye başlıyor. Sonra mektep ve evleri yapıyor. Mescîd, Mektep ve Hâne üçgenini oluşturarak bu üçgen etrafında bir kültür, bir dini ve bir sosyal hayat oluşmaya başlıyor.
Türk-İslâm Medeniyetinin terkibinde var olan âmiller arasında cami ve mescidlerimizin ayrı bir yeri var. Camiler aynı zamanda vahdetin yeşerdiği ve neşvünema bulduğu, insanın Allah’la buluştuğu ve konuştuğu mukaddes mekânlardır.
Devam edecek
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.