Mevlana’nın stres reçetesi
Yıl 1012 Mevlana’nın babası Sultan ul Ulama Bahaeddin bazı manevi ilhamlarına dayanarak yaşadığı şehir Belh’ten göç etmeye karar veriri ve yakınlarına “Sefer ediniz, sıhhat bulacak ve yararlar görürüsünüz” diye öğüt verir. Âlimlerin sultanının bu öğüt yakınlarını ve inanlarını harekete geçirir. Göç hazırlıkları başlar. 1013 Salı günü beş yaşındaki Mevlana üç yüz deveden oluşan kafile ile Bağdat’a doğru yol alır. Küçük Mevlana’yı en çok üzen onun candan sevdiği nineyi terk etmesidir. Neyse ki annesi ve daha sonra eşi olacak Cevher Hatun kafilede ona sevgi tattırmışlardır.
Karaman’a gelince annesini ve yürekten sevdiği can dostu eşini yitirmiştir. Konya’ya geldiğinde Moğollar şehre el koymuş, haraca bağlamıştır. Sultanlar maddenin esiri olup benliğe kapılmış ve vezirlerinin benliği yüzünden taht kavgasına başlatmışlardır. Alaeddin Keykubad’ın kurduğu zengin devlet viran olamaya yüz tutmuş ve Konya’ya davet ettiği Mevlana’nın babası gönülleri sultanı Bahaeddin de 1231’de vefat etmiştir. Bütün bu hadiselere rağmen Mevlana yoksulluğu hoş görmüş, üzüntü etmeyip şükür ederek geleceğin hayırlı olmasını sabırla beklemiştir.
Kur’anda birkaç kez geçen şu ifade, “Velilere (Allah dostlarına) ne korku ne de gam veya hüzün yanaşmaz”. Dünyanın maddi sarmalları Şeytanın sıkça kullandığı tuzaklarıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu yüzden “Yoksulluk benim kıvancımdır” demiştir. Bu yoksulluk insanlara muhtaç eden türünden değildir. Tersine kimseye muhtaç olmamak için maddi tuzakları azaltmak ve elinde var olanlarıyla yetinmektir. Bu reçete sadece İslam’da değil Hint felsefesinde “Nirvana” olarak, Yunanlılarda ise Kıbrıslı Zeno’nun kurduğu Stoanın düşüncesinin temeli ve Budizm’in kaburgası idi.
Mevlana “Ne zamana dek sürahinin süslerine âşık kalacaksın? Süslerinden kurtul git suyu bul. Görünen şekiller, süsler yok olur ve mana âlemi hep kalır (M II /1021-1020) Yani ne zamana dek fiziksel görüntülerin eseri ve tutsağı kalacaksın? Mevlana şu geçici vücudu değil, kalıcı ruhuna ulaş zira o yerden yere konan kuşları gibi taneleri biriktirmek sevdasına değil varacak hedefe yönelmeliler.
Mevlana “Mecalis-i Saba” (s.52) da şöyle der:
“Allah’ı ararken rüzgâr gibi es, O’nun vereceği sıkıntıların şerbetini tatlı içecekler gibi iç… Kimin evi sahilde ise dalgalarla çok karşılaşır ve kim ki aşk davasına düşse çok acılar çekmek zorundadır”.
Mevlana’ya göre insanın vücudu konukevi gibidir. Her sabah kalktığımızda yeni düşünceler, gamlar veya kederler, konukevimizi ziyaret eder. Mesnevisinde şöyle der:
Bu bedenin konuk evidir, ey genç!
Her sabah (uyandığında) yeni bir konuk koşarak gelir sana
Sakın “Başıma bela oldu bu konuk” demeyesin
Zira o tekrar yokluk âlemine (geldiği gibi) dönecek.
Öteki âlemden gizlice her ne sana ulaşırsa,
Gönlüne gelen bir konuktur, onu hoş tut (hor görme)”. (M V /3644-45-46)
Eklenen bu beyitler aslında gerçek beyitlerin bir bakıma açıklamasıdır. Mevlana’nın “Beden bir konukevidir” kavramı Amerikalı ünlü yazar Coleman Bark’ın hoşuna gitmiş olacak ki şu şiirsel çevrisini Batı dünyasına sunmuştur:
The Guest House
This being human is a guesthouse.
Every morning a new arrival
A joy, a depression, meanness
some momentary awareness comes
as an unexpected visitor.
Sıkıntılar ne türden olursa olsun onları senin özvarlığın yani ruhun etkilenmemeli çünkü ruh seninle öteki aleme geçecek imanettir. Beden ise elbise gibi yıpranabilir, yırtılabilir. İnsan bu bedende esir kaldıkça gerçek mutluğu yakalayamaz. Beden maddeye ve ruh ise kendi özüne (Allah’a) taliptir.
Bırak da gamların oklarını vücudun karşılasın,
Canını sıkan sıkıntıları, gönlüne ve ruhuna yükleme. (M V /1093)
Mevlana konuya açıklık getirmek için türlü örnekler vermeye devam eder ve 3696-99’ci beyitlerinde şöyle der:
“Bulutun görünüşü asık suratlı görülebilir ama sonuçta bağları yeşertir ve toprağın tuzunu yok eder. Gamı da bulut gibi hayal et ve asık suratlığına, yine asık suratla karşılık verme. Belki de aradığın inci onun elindedir. Öyle ise çalış, çabala ki bulut senden razı olsun”.
Diğer taraftan, Mevlana “Kaderde iyi veya kötü ne yazılıysa ona şükür et” demek istiyor ve diyor ki sabredip başa gelen kötülükleri hoş görmek gerekir. Aslında bu konu İslam’ın şartlarından birine işarettir: “Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi Teala = yaratılış bakımından hayır da şer de, iyi de kötü de, sevap da günah da Allah tarafındandır” inancını da arka planda dile getirmiştir.
Mevlana başka bir beytinde:
a)Bildik ki biz bu beden değiliz, bedenin ötesinde Tanrı ile yaşamaktayız.
Ne mutlu o kişiye ki; kendi varlığını tanıdı ve ebedi olan âlemde kendine bir saray yaptı.
Çocuk ceviz ve kuru üzüm için ağlar, ama akıllı bir insan için onlar basit nesnelerdir.
Gönlün ininde (erenler için) beden de, ceviz ve üzüm kadar değersizdir.
Çocuk olgun kişilerin seviyesine çıkabilir mi hiç?
Perdede kalmış (manevi gözü açık olamayan) kişi de çocuk gibidir,
Olgun kişi ise şüphelerden arınmış kişidir.”
(M V / 3340-3344).
Sonuç olarak âlemde nefsini eğitmek için dertlere katlanan kimse, nefsin vereceği daha büyük acılara katlanır ve sabrı öğrenir. Mevlana insan Allah’a tam yöneldi mi maddi bedenine gelen belalar, hastalıkları hüzünlerin geçici olduğunu anlamaya başlar. Sabrı seçen insan gelen zorlukları gülerek karşılar.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.