Mülkiyet
Selamların en güzeli layıktır hepinize,
İsmet Özel'in şöyle dediğini duymuştum:
“Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır. Soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. Açlığın, hastalığın, korkunun saldırılarını savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir.”
İnsanın dinlenmeye ve tatile geldiğini zannettiği bir savaş adasıdır dünya. İnsan uzaktan hoş görünümlü bu adaya ilk ayak bastığı andaki kanaatlerini neredeyse ömrü boyunca değiştirmez.
Biz savaş dediysek te imtihan yurdu demek daha doğru belki, sınanma, mücahede, zorluklarla baş etme, mücadele, herkes kişisel deneyimine göre bir çok kelime kullanabilir. Neticede anlamı kişiye göre değişse de dünya adasındaki hayatın zorluklarla ve bilinmezlerle dolu olduğunu herkes bilir. Herkesin bildiği ama görmezden geldiği bir başka gerçeklik te bizi buraya getirenin bir gün düdüğü çalıp geri götüreceğidir.
Adaya kendinden önce başkaları ulaşmışsa da insan gerçekte tek başınadır. Öncelikle bunu anlayıp, kabul edip içselleştirinceye kadar uzunca bir süre çatışır etrafıyla. Kabul ettiğinde ilk sükunetine ulaşır. Daha kabul etmesi gereken nice merhale, geçmesi gereken nice vadi vardır. İşin doğrusu bu adada hayatı kolaylaştıracak bilgiler vardır. Peygamberler vasıtasıyla ulaştırılmıştır kendisine ancak insan kendi çözümlerini dayatır ve reddeder başta.
Devam etmeden önce birkaç soru soralım.
İnsanın adaya ilk gelişindeki yetersizliği ve belli bir süre bir başkasına muhtaçlığının hikmeti nedir? İnsan neden akil ve baliğ olmuş bir şekilde bırakılmaz hayata? Zihni neden adına anne dediğimiz bir başkasının zihni üzerinden oluşturulur? Böyle olunca insanın ben demesi ve bireyselliğinden söz etmek nasıl mümkün olacaktır? Bunlar üzerinde durulması gereken önemli sorular.
İnsan hızlıca adapte olur hayata. Yaşamak için bulduğu ilk yöntem de gerçeği saptırmaktan başka bir şey değildir. Önce hayatın sonlu olduğunu reddeder ve hayatı sahiplenir. Mülkiyeti üzerine geçirmeye çalışır. Mümkünse adadaki her şeyi. Güvenlik için barınmak ihtiyaçtır ancak bunun için bir kulübe yetecekken o büyük kaleler peşine düşer. Mülk edinme fikri o kadar hoştur ki sadece eşya değil insanları da sahiplenir. Köleler yapar kendine. Belirsizliğe tahammülü yoktur. Her şeyi bilip anlamak ve yönetmek ister. Hem insana hem eşyaya hem de doğaya hükmedemediği sürece rahata eremeyecektir.
Sözü daha çok uzatabilirim ancak siz anladınız insanın çaresizce çabalamasının ardındaki çelişkiyi ve çaresizliği. Kafesteki kuşlarla ormanda özgürce gezinen kuşlardan söz ediyorum. Edindiği her mülkiyet kafesidir insanın. Başta kendi bedeni, eşi dostu, eşya, görünme bilinme sevdası, hevesleri, ebediyet ülküsü. Elini atıp mülkiyetine geçirmek istediği her şey etrafına ördüğü kafesin kalınlığını artırmaktan başka bir şey değil.
Özgür kuşlar nasıl kurtulmuş kafesten. Önce gelmeyi ve gitmeyi kabul etmiş. Mülkü sahibine vermiş. Malik değil kiracı olduğunu kabullenip evin sahibiyle uzlaşmış. Verilene benim demeden emanete almış.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.