Osman
Nihayet Ayfer Tunç’la ilgili yazılarımızın ve üçlemenin son bölümü ve son kitabı olan ‘Osman’a geldik.
Üçlemenin ilk ayağı, aynı zamanda Ayfer Tunç’un yayınlanan ilk kitabı hüviyetindeki ‘Kapak Kızı’ bir tren yolculuğu esnasında geçmiş, sonraki iki kitabın ağırbaşları Şebnem ve Osman ile çevresi hakkında fikir edinmiştik sadece. ‘Yeşil Peri Gecesi’nde asıl kahramanımız Şebnem dile gelmiş, yaşadıklarını ve çocukluk anılarını, neden çıplak pozlar vererek kapak kızı olduğunu anlatmıştı. Bu kitapta Şebnem’in anlattığı kadar bildiğimiz ve anlatıcının tamamen Şebnem’den ibaret olması nedeniyle hiç konuşmayan Osman nihayet 504 sayfalık kitapla okur karşısında, söz sırası Osman’da.
Ayfer Tunç’un, kitabın adını Osman seçmesi kahramanına ne kadar güvendiğini, ne kadar önemli olduğunu gösterir. Demek ki Osman, kitaba ismini verecek kadar güçlü bir karakter. Öyle ki sahafta bulduğu Osman’ın günlükleri üzerinden konuyu başlatan ve ilerleten kişi de yazarın tercihiyle Osman’ın önüne geçmemesi namına ismi de işi de açıklanmaz romanda.
&&&
Osman’da da Ayfer Tunç’a özgü karakter bolluğu, sürükleyici vaka örgüsü ön plânda. Yan karakterler de bir şekilde ana kahramanlarla irtibat halinde; herkes anlatımın bir parçası. Bunu hünerle yapan yazar sayesinde; ne konunun unutulması, ne de akışın sekteye uğraması söz konusu oluyor. Bir başka deyişle karakterlerin her birinin başlı başına rahatlıkla bir kitap konusu olabileceğini de rahatlıkla söyleyebilirim.
Öte yandan Osman’da ve önceki yazılarımda da üzerinde durduğum üçlemenin diğer kitaplarında sorunlar ve pürüzler de yok değil. Tekrarlar ve bazı gereksiz detaylar yine var ne yazık ki. İlk kitabı ‘Kapak Kızı’nda kelime ekonomisine dikkat etmemekle suçlanan ve bu nedenle bu romanı adeta yeniden yazan Ayfer Tunç aradan 25 sene geçmesine rağmen dersini alamamış görünüyor. Elbette bin küsür sayfadan mürekkep uzun bir metinden bahsediyoruz, bazı hatalar gözden kaçabilir diyeceğim ama diğer kitaplarında da benzer bir aksaklık vücut bulduğu için bu soruna bir neşter vurulması gerektiğini de belirtmemiz gerek.
Bir tren yolculuğunda geçmişin hatırlanması, daha çok da Şebnem’in kapak kızı olması üzerinden ilerleyen ‘Kapak Kızı’ndaki değişken anlatıcı, ‘Yeşil Peri Gecesi’nde tek başına Şebnem olmuştu. Osman’da ise belirli bir anlatıcı yok. Olaylar günlükler ve söyleşiler üzerinden anlatılıyor. Böylelikle Ayfer Tunç kurguyu sağlamlaştırmıştır.
Bu kitapların bir üçleme gibi de, bağımsız da okunabileceğini ama hepsinin birbirine bağlı olduğunu tekrar hatırlatayım. Hatta Ayfer Tunç bir söyleşisinde önce Osman’ı ardından Yeşil Gece Perisi’ni okumanın, Osman’ı tanımak ve içinde bulunduğu koşullarda değerlendirebilmek için faydalı olabileceğini söylediğini de yazmıştım, hatırlarsınız.
Kurgu metinlerdeki klâsik giriş, düğüm ve sonuç bölümü de yok Ayfer Tunç’ta, Osman’ında. Roman boyunca anlatının tonu aynı şiddette devam ediyor. Buna karşın kitaba tam anlamıyla bağlı kalıyor okur; merak ve heyecan hep yerli yerinde.
‘Osman’da vaka günlükler ve röportajlarla desteklendiği için Osman’ı kendi dilinden dinlerken, çevresindekilerin de onu nasıl gördüğünü anlama imkânına sahibiz. Böylece Osman’ı kendi günlüklerinden tarafsız bir şekilde dinlerken, etrafındakilerin gözlüğüyle derinleştirebiliyor, eleştirebiliyoruz.
&&&
‘Osman’ın yapı ve dil özelliklerine değindikten sonra vak’a örgüsüne nüfuz edebiliriz artık.
Roman etkileyici bir sahneyle başlıyor. Osman’a çalıştığı caz barın önünde bir kamyon çarpıyor ve kahramanımız ölüyor. Varlıklı bir hayattan sefalet dolu bir hayata geçiş yapan Osman’ın intihar mı ettiğini, yoksa bir kaza neticesinde mi öldüğünü tam olarak öğrenemiyoruz. Ayfer Tunç bu konudaki merakı roman boyunca canlı tutuyor, merak içinde bırakıyor okurunu, ama yazık ki gerçeği de faş etmiyor.
Osman kelimenin tam mânâsıyla her şey olmak isteyen ama hiçbir şey olamayan, babasını yenememiş, babası ve kardeşi Teoman’ın gölgesinde sürekli ezilmiş bir adam. Baba zengin ve başarılı, öte yandan da egosu şişkin bir doktor. Tutum ve davranışlarıyla anneyi de Osman’ı da sindirmiş. Babsı Necmi Bey’in Osman’da beğendiği tek yön piyano çalmasıyken diğer çocuğu Teoman’ı sürekli pohpohluyor, örnek gösteriyor. Nihayetinde ortaya kendi gibi acımasız ve kibir abidesi bir Teoman çıkıyor.
Osman, yaşadıklarının da tesiriyle ölen annesinin ardından mirastan kendine düşen payı alarak baba evinden ayrılma kararı alıyor. Babası, onun para harcama şeklini bildiğinden önce buna ikna olmasa da sonra izin vermek zorunda kalıyor Necmi Bey.
Acımasız ve duygusuz bir babayı öldürmek dahil her türlü hissi içinde barındıran Osman, dolaylı yollardan buna vesile de oluyor. Şöyle ki; babası hasta olduğu bir gece her zaman ilk aradığı, teşvik ettiği oğlu Teoman’a ulaşamayınca Osman’ı arıyor. Osman ise nabza göre şerbet vermekten, maskeli dolaşmaktan, para bulmak için taklalar atmaktan uykusuz ve yorgun. Kalkması kolay olmaz bu yüzden, ‘biraz uyuyup giderim, ne olabilir ki?’ diye düşünüp uykuya dalıyor. Sabah bir telefonla uyanıyor, babasının ölüm haberini alıyor. Bu ölüm karşısında son derece duygusuzdur kahramanımız; “Aslında vicdan azabı duymak istiyorum baba, gerçekten. Seni öldürmüş sayılırım çünkü. Ama öyle garip ki sözcükler: BABA, VİCDAN, ÖLÜM, hepsi ANLAMSIZ sesler gibi geliyor.”
Aslına bakarsanız Osman’ın, babasını (hatta hiç kimseyi) öldürecek cesareti yok. Yemek, içmek ve lüks takılmaktan başka hiçbir şey bilmeyen, hiç çalışmamış bir adamda mücadele ne gezer, değil mi?
Antikaya meraklı, müzikten özellikle piyano çalmaktan iyi anlayan Osman’ın, diğer bir deyişle yarı entelektüel bireyin çöküşü de addedebileceğimiz sonu sürpriz olmayacaktır. Osman’ın arkadaş çevresi de entelektüel ve maddiyatta zengin yönünü destekler mahiyettedir; biri yalıda doğmuş, ünlü bir cerrahın oğlu; bir diğeri başarılı bir mühendisin çocuğu gibi. Amma velâkin bu zengin babaların bu zenginliği elde edebilmek ve koruyabilmek için çalışmayı abartmaları istenmeyen neticelere sebep oluyor.
Osman aslında sahip olduğu imkânları ve fırsatları değerlendirebilseydi başarılı olabilir, hayatına farklı bir yön çizebilirdi. Sonuçta iyi okullarda okumuştu, çevresi babası ve kardeşi Teoman sayesinde oldukça genişti, dil biliyordu, sanattan anlıyordu. Babası onu iyi bir şirkete bile yerleştirmişti ve üstelik CEO’dan da torpilliydi. Osman müzik hayali için de, başka şeyler için de çabalamıyor. Bunun faturasını karısı Şebnem’in gözünün önünde başkalarıyla yakınlaşmasına ses çıkar(a)mama dahil ağır ödüyor tabi. Burada sesli düşüneyim… Asıl isteği müzik Osman’ın hayatını kurtarabilecek miydi, sanat karın doyurur muydu? gibi meseleler de ima edilmiş olabilir yazar tarafından, ne dersiniz?
Osman’da ucu açık kalan pek çok soru var. Az önce dediğim gibi Osman’ın intihar mı ettiğini yoksa kaza sonucu mu öldüğünü öğrenemiyoruz. Şebnem’in her şeyi daha da kötü hale getiren, işleri çıkmaza sokan ve pek çok yakınının düzenini alt üst eden Emniyet Müdürüne kumpası neden yaptığını, bombanın pimini neden çektiğini ve nerede, ne yaptığını hatta yaşayıp yaşamadığını bile öğrenemiyoruz ‘Osman’da. Ancak bu durumun anlatıya güç katan, inandırıcılığını arttıran bir etki bıraktığını da eklemeliyim; tabi bu kişiye göre değişir.
&&&
‘Yeşil Peri Gecesi’nde Osman’ın vurdumduymazlığından, ahlâk anlayışından, zayıf karakterinden ve menfaatlerini elde ettiği her şeyi mübah görmesinden dolayı Osman’a çok kızmış, ondan nefret etmiştik. Son kitap Osman’da ise Osman’a acıyoruz.
Son kitap dedim ama kim bilir Ayfer Tunç üçlemeye bir dördüncü kitabı da eklemeyi düşünebilir. Herkes konuştu ama olayların odağındaki isimlerden Teoman hiç konuşmadı ne de olsa…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.