TARİHE YOLCULUK…
Geçtiğimiz ay Konya’dan yola çıkarak Ankara’ya doğru tarihe bir yolculuk yaptık.
Bu yolculuğu, Konya Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Dr. Mustafa Güçlü, Hikmet, İlim ve Sanat Derneği üyeleriyle birlikte siyasetçi ve dâvâ adamı Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinin sekizinci yıldönümü münasebetiyle kabri başında yâd etmek vesilesiyle yapmıştık.
İlk ziyaret ettiğimiz mekân ise Keçiören’deki Bağlum Mezarlığı idi. Bu kabristanda metfun olan Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretleri başta olmak üzere Mustafa Asım Köksal Hoca, Abdürrahim Karakoç, Horasan erenleri ile diğer şehitlerimizin kabirlerini ziyaret ederek dualar okumuştuk.
Seyyid Abdülhakim Arvasi tasavvuf tarihimizin önemli şahsiyetlerinden. M. Asım Köksal 18 ciltten oluşan İslâm tarihini yazan bir tarih uzmanı. Abdürrahim Karakoç ise son dönem şairlerimizden kalemi çok güçlü bir hiciv ustası…
Bu şahsiyetlerin hepsini sırasıyla ilerde anlatacağım.
YENİÇERİLER VE DİRİLİŞ ERTUĞRUL
Geçtiğimiz hafta ise Konya Aydınlar Ocağı’nda “Yeniçeriler”in tarihine doğru bir yolculuk yapılmıştı. Değişik üniversitelerde Yüksek Lisans yapan dört üniversiteli genç, Prof. Dr. Alaattin Aköz’ün yönetiminde bizlere, başlangıcından sonuna kadar Yeniçerileri anlattılar. Yâni bizleri Osmanlı tarihine doğru bir yolculuğa çıkardılar. Alaattin Aköz hoca, “Eğer insanlarımız Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunu “Diriliş Ertuğrul” adlı diziden öğreniyorsa, biz yandık demektir. Anlatılan hikâyelerde, kişilerde karman çorman edilmiş, neredeyse doğrusu olamayan bir kurgu.
Sunum çok güzel. Ama tarihçilik açısıdan bakarsanız tarihi katleden bir dizi.” şeklinde tarihe not düşmüştü.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu Osmanlı’nın kendi kaynakları olan Âşıkpaşazâde Tarihi’ni okuyarak başlamamız gerektiği ve ancak o zaman din-devlet ilişkisinin menşeini kısmen anlayabileceğimizi dile getiren Aköz Hoca, “Devletin kuruluşu bir tekkeye bağlanır. Tekke elbette Bektaşiliği temsil eder, Bâtınîliği temsil eder. Tekke kültürü Fatih’e gelinceye kadar İmparatorluğun dini mümessili gibidir. Medresenin yâni geleneksel sünni İslâm’ın konuşulmaya başlanması, Fatih Sultan Mehmed’in medreseyi öne çıkarmasıyla ancak mümkün olacaktır. Dolayısıyla Medrese öncesi bir din yapılanmasından söz edeceksek tekke dergâh ilişkisinden söz etmemiz lâzım.” ifadelerine yer vermişti.
Osmanlı’nın kendi kimliğini götürdüğü bâkir toprakların Rumeli toprakları olduğunu ve Osmanlı’nın, Rumeli’ye Bektaşi kültürüyle girdiğini kaydeden Aköz Hoca, “İslâm’ın bugün hâlâ Balkanlar’da ve Orta Avrupa topraklarında var oluşunu sağlayan, dedeler, babalar ve abdallardır. Yâni Rumeli topraklarına medreseyle girilmedi. Tekkelerle girildi, babalar ve dedelerle girildi.” şeklinde açıklama yapmıştı.
YENİÇERİ GARNİZONLARI
Yeniçerilerle yapılan bu tarihi yolculukta karşımıza Anadolu’ya serpiştirilen Yeniçeri Garnizonları çıktı. Şehirlerdeki asayişi temin etsinler diye kurulan bu Yeniçeri Garnizonlarından birisi de 150 Yeniçeriden oluşan Aksaray Garnizonu. Alaattin Hoca, bir hikâye anlattı onlarla ilgili. Gelin gerisini tarihi bir bütün olarak kabul eden ve gören hocamızdan dinleyelim:
“Aksaray’daki Yeniçeriler birkaç gün Aksaray’ı istilâ ediyorlar. Oradan hareket edip Konya’ya geliyorlar. Konya’ya geldikleri gün Cuma. Konya’da Cuma namazı kıldırmıyorlar. Üç gün boyunca mahkeme gördürmüyorlar. Pazarda satış yaptırmıyorlar. Bütün dükkânlara şunları satacaksınız, şunları satmayacaksınız diye kendileri narh koyuyorlar. Bunları da Yeniçeriler yapıyorlar. Gidip Avrupa kalelerini düşürenler de onlar.
Silahlı birlikler her zaman tehdit unsurudur. Devlet güçlüyse kontrol eder, devlet zaafa uğramışsa bunlar devleti kontrol ederler. İşte 1740’lı yıllar sıkıntılı yıllar. Anadolu’da isyanların neredeyse hiç eksik olmadığı asırlar.”
Bu tarihi hikâyeden Konya’da, Cuma namazının kıldırılmadığı yılın 1740 olduğu ortaya çıkıyor.
“PAYİTAHT ABDÜLHAMİD”
Konuyu “Abdülhamid” tv dizisine getiren Alaattin Hoca, “Tarih asla kahramanlık hikâyesi okumak için değildir. Tarihteki her şey tarihtir. Yaşanılan acılar da tarihtir. Zaferler de tarihin bir parçasıdır. Tarih bir bütündür. Bir dizimiz daha var. Abdülhamid. Orada bir devlet değil, bir kahraman hikâye ediliyor. Ve yanlış bir kurguyla hikâye ediliyor. Çünkü tarih döneminin içinde anlam kazanır. Bir kişinin hikâyesi asla olmaz. O kişinin başarısı döneminin olaylarını bilirsek, Batı’yı tanırsak, muhatap olduğu ülkeleri bilirsek, yönettiği devleti tanırsak iyidir veya başarılıdır. Bizim onu başarılı göstermemizle hükümdarlar başarılı olmaz. Veyahut bir hükümdarın başarısı ülkenin topyekûn başarısı olmayabilir. Çok iyi bir hükümdardır ama işte ordusu dağılmış, nerdeyse adliyesi dahil olmak üzere 1881’de kapitülasyonlar da verildi. Ülkeyi Padişah sembolik olarak yönetiyor. Her şey Batı’nın eline geçmiş. Ama biz nesillerimize Osmanlı’yı anlatırken biraz ironik bir tarih üzerinden anlatıyoruz. Yarın hakikatlerle karşılaştıkları zaman zihinleri allak bullak olacak. Ben bunu bilmiyordum diyecek. Benim tarihim herhalde bu değil diyecek. Popüler tarihi çok seviyoruz. Popüler tarih güzeldir ama tarihi bir bütün olarak ele almak daha güzeldir.”
ÇATALHÖYÜK VE DELİBAŞ
Geçen hafta Cuma günü de Çatalhöyük ile Delibaş Mehmed’in saklandığı Erol Taş’ın köyünün yakınlarındaki Obruk Krater Gölü ve mağaralarını görmek için Çumra’ya bir tarihi yolculuk yaptık. Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü ve üç akademisyen arkadaşıyla birlikte.
Tarihe yolculuğumuz kaldığımız yerden devam edecek.
AZİZİM DİYOR Kİ…
Günümüzden 9 bin yıl önce yerleşim yeri olan Çatalhöyük’e ilk adımımı attığımda muhteşem bir manzarayla karşılaştım.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den günümüze kadar insanoğlu, nasıl yaşamış ve hayatını devam ettirmek, yâni karnını doyurmak için nasıl bir ziraat yapmış, bütün bunlar Çatalhöyük’te karşınıza çıkıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.