Yusufağa Kütüphanesi ve “Bad’el harab-ül Basra…”
Vakfiyesine göre; görevlileri “Konya’da oturmaları, güven verici, doğru, bilgili, istidadlı, tavırları övülmeye değer, hoş yaradılışlı, dindar, güzel tutumları ile tanınmış, iyi ahlâklı, beğenilir vasıflı, seçkin, geçmiş durumları denenmiş kimseler olmaları” gereken Konya Yusufağa Yazma Eserler Kütüphanesi’nden 2000 yılında, bir görevlinin emekliye ayrılması istemesi üzerine yapılan sayımda çalındıkları ortaya çıkan 10. yüzyıldan başlamak üzere 19. yüzyıla ait o çok kıymetli yazma eserler acaba şimdi nerede?..
***
Birbirinden değerli yazma eserlerin bulunduğu bu kütüphanemizin vakfiyesine göre ayrıca; her sene Muharrem ayında sayım yapılacağından bahisle “kitaplardan kütüphane içinde yararlanılacak, dışarıya kat’iyen kitap çıkarılmayacak, okuma sırasında kitap kaybolmaması ve yaprak yırtılmaması için göz ucu ile okuyucular kontrol edilecektir.” şeklindeki uyarılar da dikkatimi çekti.
Bir kütüphaneye görevli alınırken o kişilerin hangi liyakat ve ehliyete sahip olmaları gerektiği hususları da o vakfiyede belirtiliyor. Kendi deyimiyle “kitap kurdu” olan Prof. Dr. Mikail Bayram’ı, geçenlerde bir sohbette dinledim. Söz, bir yerde yazma eserler ve Yusufağa Kütüphanesi’nden ustaca yürütülen yazma eserlere geldi. Mikail hoca söze, “Bad’el harab-ül Basra derler ya…” diyerek başladı olayı anlatmaya: “1999’da Yusufağa Kütüphanesi’nden 123 kitap çalındı. Geriye sadece ciltleri kaldı. Bu kitaplar genellikle Yusufağa Kütüphanesi’nin en değerli eserleri idi. Yâni cahilce bir soygun değil bu. Seçmişler ve seçerek almışlar.
Kütüphaneci olan s….lar kütüphaneye sahip çıkmamışlar. Gerçi onlara da üç-beş kuruş verip, kütüphaneye girerek o kitapları seçip aldılar. Geriye ciltleri kalmış. Bazılarının ciltlerini de götürmüşler. Bu kitaplar Doğu’nun ve İslâm Medeniyeti’nin temel eserleriydi. Bu kitaplar arasında 70 tanesi Sadreddin Konevî’nin kitaplarıdır. Muhyiddin Arabî’nin el yazıları vardı. Sadreddin Konevî’nin el yazıları vardı. Sadreddin Konevî’nin babası Şeyh Mecdüddin ishak’ın el yazıları vardı. Bunları seçip seçip alıp götürdüler. Şimdi onlardan bazılarının kokusu bir yerlerden çıktı. Meselâ o kitaplardan bir tanesi Londra’da bulundu. Müzayedeye koymuşlar, o müzayede de tesbit ettiler. Ondan sonra da Türkiye’ye yazıyorlar. Londra’da böyle bir kitap yakaladık. Kitap sizin kütüphanenin kitabı mıdır diye. Bizim kütüphaneciler ne bilecekler bunu? İmdatlarına ben yetiştim. O kitaplardan not tutmuştum. Dedim ben 20 sene önce bu kitapları okudum ve o defterlerden ve kitaplardan tuttuğum notların fotokopilerini verdim onlara. Böylece o kitabın Yusufağa’dan çıkmış olduğunu belirlemiş olduk. Yakın zamanda da bir kitap Amerika’da Christian Üniversitesi Kütüphanesi’nden çıktı. O kitabı da yüksel bir meblağa satmışlar kütüphaneye. O kitap da geri geldi. 123 kitaptan 2-3 tanesi böyle bulundu, geldi.
Size garip bir şey daha söyleyeyim mi? Kütüphanelerde eskiden beri kitapların bir kopyası olsun diye yazma eserler mikrofilmlere alınıyordu. Bu çalınan kitaplardan 40 tanesinin mikrofilmi de yok. Diğerlerinin var da, bu 40 tanesinin yok. Onlar kültür hayatımızdan silindi gitti.”
***
Yusufağa Kütüphanesi’ndeki büyük soygunu unutmamak ve unutturmamak adına Bayram hoca, bizlere hatırlatma yaptı. Bu kitaplardan ayrı olarak nadide 40 yazma esere ait mikrofilmlerinin de çalındığını bize haber veriyor Mikail hoca.
Kültür hayatımızdan silinip giden bu kitaplarda acaba neler yazıyordu?..
Marifet iltifata tabidir derler. Hiç merak edip de Yusufağa Kütüphanesi’ndeki bu eserleri günümüz araştırmacılarına kazandırmak için kaç ilim insanı araştırmacı, gidip de bu eserleri okudu dersiniz?
Ama elin oğlu tâ buralara kadar gelip, içeriden satılık adamlarını da bulup asrın soygununu yaparken bundan kimsenin haberi bile olmuyor. Hasbelkader bir sayım yapılacağı sırada herşey ortaya dökülüyor. Demek ki bu kütüphanemizin vakfiyesindeki yasak ve emirlerin yerine getirilmediği de böylece anlaşılıyor.
Çalınan bu kitaplara maddî olarak değer dahi biçilemiyor.
***
Mikail Bayram hoca ayrıca, önemli bir açıklama daha yaptı o sohbette. İslâm ilim adamı Şehâbeddin Kâsım eş-Şîrâzî’ye ait “Ahkâm-ı Kur’ân” adlı kitabın bilinen tek nüshasının Yusufağa Kütüphanesi’nde olduğunu söyleyen Bayram hoca, şu açıklamayı yaptı:
“Uzun Hasan’ın oğlu olan Yakub Bahadır Han, o dönemde İsfahan’da sünniliği temel alan bir dini hareket meydana getiriyor. Yakub Bahadır Han, o dönemde ilim adamlarına hitaben bir mektup yazıyor. İlim adamlarına; “Bana öyle bir eser yazın ki, ben o eseri uygulamaya koyduğum zaman Allah’ın ve Peygamberinin buyurduğu şekliyle insanları yönetmiş olayım.” diyor. Yakub Bahadır Han’a cevap Şirazlı Kâsım’dan geliyor. Kâsım eş-Şîrâzî, kitabın mukaddimesinde; “Bu eseri yazmaktan maksadım; Allah ve Peygamberin muradına uygun yönetim nasıl olur? Onu belirteyim diye bu kitabı tel’if ettim.” diyor. Kitap Antalya’dan gelmiş. Antalya’ya nereden geldi bilmiyorum.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi ile Yusufağa Yazma Eserler Kütüphanesi’nde paha biçilemeyecek kadar değerli o kadar çok eser var ki.
Bu yazma ve matbu kitaplar ne yazık ki araştırmacı ruha sahip ilim insanlarını bekliyorlar:
“Gelin bizi okuyun ve bizden ilim adına, astronomi adına, İslâm adına faydalanın” diye âdeta yalvarıyorlar…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.