Allah için Kurban niyyeti
Her insanın denendiği gerçeği ve Hz. İbrahim’in ilahi imtihanları başarmasının sebepleri ayetlerde tahlil edilmektedir. Bu nefsin terbiye ve tezkiyesi bağlamında örnekleme niteliği taşımaktadır. Zorluklara insanın dayanma gücü kadar manevi derece verileceği ve dünyada soyundan bu yolu takip edenlerin de önemli bir yere geleceği gerçektir. İlahi irade, peygamber soyundan bile gelseler nefsine uyarak zulme sapan kimselere atalarının fayda vermeyeceğini vurgular. "Bir zamanlar Rabb'i lbrahim'i birtakım buyrukları ile imtihan etti. İbrahim bunları yerine getirince Allah, 'Ben seni insanlara önder yapacağım' dedi. İbrahim, 'Neslimden de' diye niyazda bulununca Allah şöyle cevap verdi: Benim ahdim zalimleri kapsamaz." (Bakara 2/124)
İbrahim (a.s.) ateşe atılmış, ama sabretmiş ve Allah'tan başka kimseden yardım dilememişti. Çocuğunu kurban etmekle imtihan edilmiş, boğazını kesmek için oğlunu yere yatırmış; karısını ve küçük yavrusunu suyun, ekinin ve bitkilerin bulunmadığı Mekke dağlarında bırakmakla emir olunmuş ve bunu tereddütsüz yerine getirmiş; yurdundan hicret etmekle de emir olunmuş ve benzeri birçok şey… Onun Allah tarafından dost edinilmesinin sebebi bunlar olabilir. Olayı Kuran şöyle tasvir eder:
“Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, ‘Yavrucuğum’ dedi, ‘rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?’ Dedi ki: ‘Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın. Ey İbrahim! diye ona seslendik; "Tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun. İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz. Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı. Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik. (Saffât, 37/102-107). Hz. İbrahim ve İsmail’in teslim olup onu (İsmail'i) alnı üzerine yatırınca, Allah Teâla’nın emrine teslim olup varlığını O'na verdiğinde Cenab-ı Hak Hz. İbrahim'i 'rüyasını gerçekleştiren kimse' diye nitelemiş ve 'rüyayı gerçekleştirdin' buyurmuştur. Aslında İbrahim oğlunu fiilen kurban etmemiştir.
Bu geleneğin bir örneğini Ali İmran’ın Hz. Meryem’i doğmadan Allah’a adamaları ve Allah’ın bu niyeti yeşertip İsâ’yı (a.s.) bu aileye ödül olarak vermesi örneğinde olduğu gibidir. Hatemül-Enbiya’nın adanmış İsmail’in soyundan gelmesi cenabı hakkın bir lütfudur. İsmail’in soyu içinde Abdulmuttalib’in de İbrahim (a.s.) gibi Mekke’de tevhid geleneğine hizmet niyeti ile erkek çocukları olursa onlardan birini kurban etmeyi adamıştır. Bu kendisine verilip rüyalarında hatırlatılınca en sevdiği oğlu Abdullah’ın çekilen kurada çıkmasıyla imtihan edilmiştir. Mekkelilerin bunun gelenek hale getirilmesinden korkarak Abdülmuttalib’e Abdullah ile on deve arasında kura çekmesini ve kura Abdullah çıkarsa on deve arttırmasını önermişlerdir. Kura onuncu defasında yüz deve kurban edilmesi ile sonuçlanmıştır. Kurban geleneğini daha sonraki dönemde hatayla öldürmede kan bedeli/fidye olarak da kabul edilmiştir.
Hz. Peygamber’in yaşadığı Mekke’de de kurbanların putlar adına sunaklarda kesilerek sunulduğu görülmektedir. Tevhid inancına uygun olarak ibadetin sadece Allah için olması Mekke’de nazil olan kevser suresinde şöyle ifade edilmektedir. ''Şimdi sen Rabb'ine kulluk et ve kurban kes! (Namazda sağ elini sol üzerine koy)” (Kevser108/3) Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Peygamber’e yönelttiği “salât, nahr, kevser” ve diğer kavramların ne mânaya geldiğini ancak Hz. Peygamber daha iyi bilir. İmam Matüridî “biz bu İlâhî mesajın tefsirini yapma zorluğuna girmeyiz, zira bunda Allah hakkında gerçek dışı iddialar ileri sürme tehlikesi mevcuttur” demektedir. Burada “namazı Allah için kıl” emri nefsi arzuları kes (bırak) veya namaz kıl ve kurban keserken Allah’a yönel şeklinde de yorumlanmıştır. “Bu görevleri yerine getirirken Allah rızasını hedef edin” anlamına da gelir. Çünkü asr-ı saâdetteki kâfirler putlara tapıyor, onlar adına kurban ve hayvan kesimi yapıyordu. Kurban teslimiyet, rıza, nefsin tezkiyesi ve temizlenmesidir. ‘De ki: Şüphe yok, namazım da, ibadetlerim de, diriliğim de, ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm 6/165) ayetinde geçen “ nüsük” kelimesiyle kastedilenin hayvanı boğazlamak mânası da vardır. Bu hususta namazda teşbih (Allah’ı tenzih) ayetleri nazil olmadığı dönemde Hz. Peygamber sübhaneke duası yerine 'Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.'(En’âm 6/165) ayetin son kısmını okuyorlardı. Bu tevhid bildirgesini onaylamaktır.
Hac yapanların sabah namazından sonra Mina’da yerine getirmesi uygun görülmüştür. Hz. Peygamber bunu: “Mina’nm tamamı kurbanlıkları kesme yeridir. (İbn Mâce, “Menâsik”, 73; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 65) Aslında kutsal mekânların tarihi geçmişte benzer ibadetlerin yaşandığı yerler olduğu görülür. İlk mabed olarak anılan Harem Mekke şehrindedir. Hz. İbrahim oğlunu bu bölgeye yerleştirmesi yanında onu bu bölge de kurban etme niyetini icra ettiği sonra İsmail (a.s.) Kabe’yi bina ettiği ve buraya insanları haccetmeleri için çağırdığı bilinmektedir. Mekke, Fec mevkiinden Ten'im'e, oradan kurban kesme yerine kadar olan harem bölgesinin adıdır.
Hac silahsız cihad olarak adlandırılmıştır. Bu cihadı kurbanla taçlandırmak bir suç işlenmişse fidye olarak kurban kesmek ilk olarak zikredilmiştir. “Haccı da umreyi de Allah için tam olarak yerine getirin. Eğer bazı görevlerden alıkonursanız imkan dahilindeki bir kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana yahut başından bir rahatsızlığı bulunana oruç, sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir.” (el-Bakara 2/196). Mekke’de Kurbanlık temin edemeyen ise hac günlerinde üç gün oruç tutar. Hz. Peygamber "Haccın en faziletlisi yüksek sesle lebbeyk ... demek ve kurban kesmektir" (Darimi, "Menasik': 8; İbn Mace, "Menasik': 6, 16") açıklaması da burada kurbanın bir zorunluluktan öte fazilet olduğu ifade edilmiştir. Zira Hz. Peygamber: " Ben hac kurbanlığımın gerdanlığını taktım, bu sebeple kesim gününe kadar ihramımdan çıkamam. Geçmişte yaptığım şeyi bir daha yapacak olsam hac kurbanlığını getirmezdim. (Buhari, "Hac': 33; Müslim, "Hac", 130)
Kutsal olan mekân, kurbanlık, kılınan namaz veya oruç değil kime yapıldığı ve bunu kimin kabul ettiğidir. Günümüzde sit veya mahrem alan, özel alan kavramları ile de dile getirilen toplumların ve kişilerin özel mahrem alanları vardır. Allah’ın haram kıldığı alanlardan biri de harem bölgesidir. Zira “Ey iman edenler! İhramlı iken av hayvanını öldürmeyin. Sizden onu kasten öldüren kimse öldürdüğü hayvanın dengi olduğu hakkında adil iki kişinin karar vereceği bir ceza kurbanı keser ... " (el-Maide 5/95) yasak kılınan şeyler ve bu yasaklar çiğnendiğinde verilecek ceza beyan edilmiştir. Bu konuda yapılacak ihlaller ve saygısızlık Allah’a kabul edilmiştir. "Ey iman edenler! Allah'ın işaretlerine, haram aya, boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklara, rablerinin büyük lütuf ve rızasını dileyerek Beytülharam'a yönelmiş kimselere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram'a girmenizi engellediler diye bir topluma karşı duyduğunuz kin, sakın aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın cezası çetindir!' (el-Maide 5/ 2)
Haccın fiillerini tamamlayıp temizlenip kurban kesip Kâbe’yi tavaf geleneği asli şeklinde icrası istenmiştir. “Sonra kalan hac fiillerini tamamlayıp temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve o kadîm evi (Kâba) tavaf etsinler.” (Hac 22/29). Tavaf kurbanlığı (Hz. İsmail’i) annelik içgüdüsünde koruma saikiyle Safa ve Merve tepeleri arasında koşuşturmaktır. İnsanoğlunun en güçlü bir şekilde kendini feda edeceği analık içgüdüsüdür. Bu duygu diğer canlılara da verilmiş gerekirse analık içgüdüsüyle bilerek ölümü göze almaktır. Tavafı Allah için yaptığımız (nüsük) ibadetleri koruma duygusu ile korumak, bağlanmak, saygı duymak dileğiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.