Hâkimler üç sınıftır
Hâkimler üç sınıftır: Biri cennetlik, ikisi cehennemliktir. Cennetlik hakkı bilip ona göre hüküm verendir. Hakkı öğrendiği halde hükümde zulmeden hâkimler ile hakkı bilmeden insanlar arasında hüküm veren hâkimler de cehennemliktir. (Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 3).
Her insandan hâkim ve yönetici olamaz. Birinci husus sorumluluk alabilecek fıtrata sahip olmalıdır. Yetkin akıl sahibi olmak gerekir. Bu sebeple üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik yaşına kadar çocuktan ve akıl dengesi yerinde olmayan hastadan sorumluluk kaldırılmıştır.” (Ebû Dâvûd “Hudud” 16) Bu açıdan hüküm verecek ‘hâkim’in akli dengesi yerinde olmalı ve bu dengeyi bozacak durumlar işlememesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum trafikte sarhoş olmak gibi topluma zarar verir. Anlayış sahibi hikmetli hüküm verebilmek keskin bir zekâ işidir. Bu açıdan onu ilimle donatmak gerekmektedir. Allah bu iki vasfı; keskin zekayı ve anlayışı dilediği kuluna verir. (Buhârî, “İlim”, 13) Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel’i Yemen’e hâkim olarak gönderirken ona bir dava geldiğinde nasıl hüküm vereceğini sormuştur. O da “Allah’ın kitabıyla hüküm vereceğim” demiştir. Bu anasaya gibi temel ilkeleri ifade etmektedir. Hz. Peygamber “O da bulamazsan? “ deyince Muaz “Hz. Peygamber’in sünnetiyle hüküm vereceğim” demiştir. Bu da kanunlar hükmünde olan kısmı ifade etmektedir. Hz. Peygamber “İkisinde de bulamazsan!” dediğinde Muaz: “Kendi görüşümle hükmü veririm hükmü ertelemem” demiştir. Bu da hâkimlere değişen şartlarda her dönemde ictihadi karar verebilme imkanı tanır. Ancak hâkimler temel yasa olan yaşadığı toplumun inanç ve kültürüne aykırı içtihatlarla hüküm veremez. Verirse üst mahkemeler bunu iptal etmelidir. İslam dini toplumu yönetmede meclisin yasalar çıkarmasına ve bunu hakimlerin uygulamasına karşı değildir. Ancak mecliste hâkimlerde toplumun temel yasası olan İslam inancına, örf ve kültürüne aykırı yasalar çıkaramaz. Bu temel ilke zede aldığında yöneten ve yönetilenler arasında bir makas oluşur. Bu makas açıldıkça bozulma artar.
Hâkimlik ve yöneticilik isteğe bağlı değil onu taşıyabilecek olanlara tevdi edilmelidir. Talep eden değil edilen olmalıdır. Hz. Peygamber: “Kim hâkimlik görevi isteyip buna aracılarla talip olmazsa ve kendine bu görev verilirse Allah ona doğru hüküm verecek bir meleke (bunu fısıldayan bir melek) verir. (Ebû Dâvûd, “Akdiye” 3) Bu konuda atamalarda liyakatin esas alınması işlerimizin rast gitmesini sağlar. Zira hâkimlik görevi maddi ve manevi mahrumiyetleri getirebilecek ağır bir sorumluluğu yüklenmektir. Bu sebeple Hz. Peygamber: “Her kim hâkimlik görevini üzerine alırsa; bıçaksız boğazlanmış olur” (Ebû dâvûd, “Akdiye”, 1) açıklamasına muhataptır. Bu hâkimliğin zorluğuna yapılmış bir teşbihtir. İnsanlar arasında oluşan tartışma ve olumsuzluklarda hüküm vermede tarafsızlık ve eşit davranma ilkesi insanlık tarihinde çoğu zaman zede almıştır. İnsanlar kast sistemi ile yöneten yönetilen hür köle gibi sınıflara sürekli maruz kalmıştır. Bu sebeple yönetenler aristokrat kesim para babaları hâkim ve kanunları sürekli zorlamıştır. Bu güçlü dalga günümüzde siyasi rüzgârı arkasına veya karşısına almak şeklinde de tarif edilebilir. Bu konuda temel ilke mahkeme önünde eşitlik ve aynı suçun cezasının kim olursa olsun değişmemesidir. Mahzumoğullarından bir kadının had cezası gerektirecek hırsızlığındaki aracılara Hz. Peygamber’in “Sizden öncekileri helake götüren yalnızca şu olmuştur Aralarında şerefli addettikleri hırsızlık yapınca ona ilişmezlerdi. Fakat zayıf kabul etikleri birisi hırsızlık yaptı mı ona had uygularlardı. Allah adına yemin olsun ki kızım Fatma da hırsızlık yapsaydı onun dahi elini keserdim” buyurmuştur. Bu temel ilke vekiline de bakanına reisine de aynı uygulanmalıdır. Günümüzde genel getirilen vergi afları fakirin işine yaramamakta hırsızlığın bir çeşidi olan af aslında zenginlerin vergi affıdır. Memlekette yoksulluk fakirin karın doyurma çabası da değil zenginin devleti soyup soğan çevirip, arkasından devlete borç verenlerden kaynaklandığını düşünmekteyim. Bunu resmi hale getiren yöneticiler de en az bu soyguncular kadar sorumludur. Verilen kredilerin süreleri içinde yerinde kullanılmadığı tespit edildiğinde bunun aslında devletin kasalarının boşaltılması ve enflasyonun temel sebeplerinden olduğu açıktır. Mali denetimlerin arttığı günümüzde bu hassasiyet yönetici ve hakimlerimizin sorumluluğundadır. Bir gün çıkar mazlumun ahı aheste aheste. Allah akıl fikir ve vicdan versin sorumluluğun ağır bir olması zor ortamda doğru ve hakikatten şaşmamaktan geçmektedir.
Hâkimlerin güçlü olanı dinleyip zayıf olanı dinler gibi yapması da bir başka zafiyettir. Hz. Peygamber tarafları eşit mesafe ve mekanda iltifat etmeden her ikisini dinlemeyi emretmiştir. (Taberânî, Mucem, 23/386. Bu hususta Hz. Ali’yi Yemen’e hâkim olarak görevlendirdiğinde: “İki hasım geldiğinde diğerini de dinlemeden hüküm verme. Bu doğru karar vermende asıl olandır” demiştir. (Ebû Davûd “Akdiye”, 6) Hz. Peygamber’in Tebük seferinde şu açıklaması kulaklara küpe olmalıdır. “İnsanlar arasında ayrımcılık yaparak onları değersizleştirmeden sakının. Sizden biriniz emir ya da görevli olduğunda kendisine dul, yetim, fakir gelirse onlara “ihtiyacını giderene kadar şuraya otur” der ve onlar yüz üstü bırakılır, onun ihtiyaçları giderilmez ve harekete geçmez. Saygın veya zengin biri geldiğinde onu kendi yanlarına oturtur. Sonra ihtiyaçlarını sorar ve ihtiyaçların derhal giderilmesini emreder.” (Cesâs, Şerhu Muhtasarı Tahavî, 8/7) Deyimlerimizde ki ifadeyle “Ye kürküm ye!”
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.