DİN GÜVENLİĞİ KANUNU NEYİ İÇERMELİ?
Daha önceki yazımda “Din Güvenliği Kanunu Çıkarılmalı” başlığıyla kanunun gerekliliğini ortaya koymaya çalışmıştım. Bu yazımda dinimizle ilgili korunması gereken temel esaslar üzerinde durmaya çalışacağım. Genel anlamda dinimiz İslam’ın korunması değil; çünkü Hz. Allah(cc)’ın dinini korumasıyla ilgili vaadi olup hiçbir şüphemiz yoktur.
Her dinin korunması gereken temel esasları vardır. Her önüne gelen düşünce hürriyetine sığınarak Müslümanların iman ve itikadına zarar verecek şekilde düşünce beyanında bulunamaz. İnanca yapılan her saldırı inanan insanları yaralayabileceği gibi toplumsal barışa da zarar verebilir.
Elbette ki, herkes her istediği gibi inanabilir inancından dolayı hor görülemez ve olumsuz hiçbir muameleye tabi tutulamaz. Devlet, hangi dine mensup olursa olsun herkesin din güvenliğini sağlamak zorundadır.
Beni rahatsız eden husus, Müslüman bir ülkede Peygamber Efendimiz(sav)’den günümüze kadar intikal etmiş dinimizin temel esaslarına yönelik saldırılardır.
Dinimizin esaslarının korunması ile ilgili 11 Eylül 2017 tarihli Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kaşif Hamdi OKUR tarafından kaleme alınmış bir yazıdan bazı bölümlere aşağıda yer verdim.
Dinin güvenlik altına alınmasıyla ilgili en önemli husus, dini metinlerin sağlıklı anlaşılması ve yorumlanmasıdır. Bu konuda temel kriter ise yapılan yorum ve değerlendirmelerin ümmetin Hz. Peygamber(sav)’den itibaren bir miras olarak teslim aldığı ana çerçeveye uygunluğudur.
Nitekim İslam kamu hukukuna dair eserlerde kamu otoritesinin birinci vazifesi olarak dinin Hz. Peygamber(sav)’den itibaren ümmetin ittifakla kabul ettiği çizgiye uygun bir şekilde muhafaza edilmesi, bu temel çizgiyi zorlayan yaklaşımların hatalı taraflarının ortaya konması, bu surette din güvenliğinin sağlanması zikredilmiştir.
Hz. Ömer(ra)’in halifeliği zamanında içki içen ve bu tavırlarını “İman edip salih ameller işleyenlere, tatmış oldukları şeylerden dolayı bir günah yoktur…” (Maide, 5/93.) ayetiyle temellendirmek isteyenlere karşı İbn Abbas(ra) bu ayetin, içkinin haram kılınmasından önce ölenlerin yasaklama öncesi dönemde alkol aldıkları için günaha girmediklerini ifade etmek amacıyla nazil olduğunu söyleyerek yaptıkları yorumun yanlışlığını ortaya koymuştur.
- aldığımız örnek sahabe neslinin dinî metinlerin yanlış yorumlanıp hatalı sonuçlar çıkarılmasına karşı gösterdikleri hassasiyeti, din güvenliğini sağlamak için sarf ettikleri çabayı göz önüne sermektedir.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e kitabı tebliğ etmek ve öğretmek görevi verildiği gibi, onun elçiliğinin yalnız kendi dönemi için değil gelecek kuşaklar için de bağlayıcı olduğunun altı çizilmiştir. (Cuma, 62/2-3.)
En temel referans kaynağımız olan elimizdeki Kur’an metinlerinin, Cebrail(as)’in Hz. Muhammed(sav)’e tebliğ ettiği ayetleri muhtevi olduğunu bize tekeffül eden de icmadır. Yani bugün elimizde bulunan, Mushaflarda yazılı olan, Fatiha suresinden başlayıp Nas suresinde sona eren metnin, Hz. Peygamber’e inzal edilen Kur’an olduğunu, ümmetin bu metni nazil olduğu şekilde hafıza ve yazıyla tespit edip kuşaktan kuşağa tevatür yoluyla aktardığını bize söyleyen delil icmadır.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra namaz ve zekât gibi temel ibadetlerin çerçevesi ve uygulanış biçiminin, Müslümanların bunların tespit ve naklinde icmayı gerçekleştirmesi dolayısıyla bize kadar ulaşmıştır.
Burada şu husus özellikle vurgulanmalıdır: Sahabe döneminden itibaren bütün Müslüman ulemanın ortak kanaatine göre dinimizin temel referans kaynağı Allah’ın Kitabı ve bu kitabı insanlara tebliğ eden Hz. Peygamber’in sünnetidir.
Günümüzde de benzer olumsuzlukların yaşanmaması için, dinin anlaşılması konusunda kökenleri sahabe dönemine kadar uzanan ana çizginin çerçevesini belirleyen “usule” bağlı kalınmalıdır. Cibril hadisindeki “İman” ve “İslam” kavramlarının izdüşümü olan “kelam” ve “fıkıh/fıkıh usulü” disiplinleri bu usulün temelini oluşturmuştur.
Sonuç olarak; dinin sağlıklı ve doğru anlaşılıp yorumlanabilmesi için, Müslümanların Hz. Peygamber(sav) ve sahabe neslinin uygulamaları ışığında geliştirdikleri “usulü’d-din” ve “usulü’l-fıkh” disiplinlerine dayalı metodolojiye bağlı kalınması olmazsa olmaz bir sabitedir.
Dinin tek kaynağının Kur’an metni olduğunu iddia edip, bu metni de çeşitli dünya görüşleri ışığında tevil edilebilen esnek bir zemin hâline getirme potansiyeline sahip diğer keyfi yaklaşımlara yol verecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında Peygamber Efendimiz(sav)’den günümüze kadar intikal eden dinimizin temel esaslarının muhtevasını içine alan ehli sünnet vel cemaat akidesine karşı yapılan tüm saldırılara karşı her türlü önlem kanunla alınmalıdır.
Bunun yanında başta hocalar olmak üzere dinimizin temel esaslarının korunması için her türlü çaba gösterilmek zorundadır.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.