Hain Miydi, Kahraman mı?
Memlekette gündemini yine siyasî olayların belirlediği bir hafta geçirirken, 15 Mayıs’a ulaştık. 15 Mayıs’lar, 16 Mayıs’lar Türk Millî Mücadele tarihinde önemli olayların yaşanarak kayda geçtiği günlerdir. 15 Mayıs 1919 İzmir’in işgal edildiği o kanlı ve kara gün, 16 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’le Vahdettin’in görüştüğü, Mustafa Kemal’in Samsun’a hareket ettiği ve 16 Mayıs 1926 Vahdettin’in kalbinin durduğu gündür…
“KARILAR GİBİ AĞLIYORUM”
14 Şaban-ı şerif 1338, yani 15 Mayıs 1919 sabahı Yunanlılar İzmir’e çıktılar. Yunan askerinin o günkü fenalıklarını anlatmaya tabii ki bu satırlar yetmez. İzmirliler bu zulme maruz kalırken o günlerde payitahtta neler oluyordu? Dönemin en karışık hadiselerine şahit olan ve uzun yıllar Sultan Vahdettin’in Mabeyn Başkâtipliği’ni yapan Ali Fuat Türkgeldi, “Görüp İşittiklerim” adlı kitabında işgal karşısında Sultan Vahdettin’in çaresizliğini şöyle anlatır: …Müşarinileyh meclisten çıkarak Abdülmecid Efendi de koltuğuna girerek orta kattaki daire-i hususiyyelerine avdet etmek üzere melûl ve mahzun bir halde servis merdiveninden inerken iki gözünden yaş akıp “Karılar gibi ağlıyorum” diyordu.
KAHRAMAN MI, HAİN Mİ?
Sultan Vahdettin’in o günlerini; kimileri tam bir “çaresizlik” içinde geçirdiği şeklinde yorumlamış, kimileri de kendisini İngilizler’in sözünden çıkmayıp Millî Mücadele’yi engellemekle suçlamıştır. Kendi yorumlarına bakarsak; suçlu tamamen memleketi sorumsuzca Cihan Harbi’ne sürükleyen İttihadçılardır. Sultan Vahdettin’in Millî Mücadele’ye karşı duruşu da yine farklı görüşlerle tartışılır.
Sultan’ın Mustafa Kemal ile ilişkisi ise ayrı bir muamma. Bu konuda da taraflar Sultan Vahdettin’in Millî Mücadeleye gizlice, binlerce altınla destek verdiğine inananlar veya memleketi İngilizler’e teslim ettiğine inananlar olarak keskince ayrılıyor. İşte bu yaklaşım, hep yanılgıya düştüğümüz gibi; tarihi siyah ve beyaz olarak yazmaya, anlamaya ve en önemlisi anlatmaya çalışmanın sonuçlarıdır. Oysa geçmişteki grileri de görmeliyiz. Tarihçiler geldikleri siyasal sınıfların değerlerini ve bakış açısını paylaştıkça nesnelliğe yaklaşamayız.
MUSTAFA KEMAL’E BİNLERCE ALTIN VERDİ Mİ?
Kısacası, 15 ve 16 Mayıs günlerini Necip Fazıl’dan bir başka, Nutuk’tan başka, Turgut Özakman’ın “Vahidettin, Mustafa Kemal ve Millî Mücadele” kitabında daha başka okursunuz. Ama bir akademisyen değilseniz ve popüler tarih yayınlarına maruz kalıyorsanız, nasıl anlayacağınız size kalır.
Para olayını Necip Fazıl Kısakürek’in “Vatan Haini Değil, Vatan Dostu Vahidüddin” adlı kitabından okursak; Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal’e 20 bin lira vererek Millî Mücadele’yi yürütmesi için görevlendirmişti. Mustafa Kemal’in “Nutuk”ta o günü sadece bir veda ziyareti olarak anlatır. Osmanlı arşivlerinde ise söz konusu altınlarla ilgili bir kayıt veya belge yoktur. Bu konuda Gazeteci Murat Bardakçı’nın “Şahbaba” adlı kitabında epey teferruat bulunur.
Mustafa Kemal ile Sultan Vahdettin’in yolları ilk kez 1917 yılında kesiştiğinde Vahdettin veliahd, Mustafa Kemal ise yıldızı parlayan bir askerdir. Alman Kayzeri’nin davetine, Osmanlı sultanı Mehmed Reşat yaşlılık ve hastalıktan dolayı katılamayacağı için veliahd Vahdettin, Mustafa Kemal ile Almanya’ya gidecektir. Bu yolculukta Mustafa Kemal’in Vahdettin’e yeni bir ordu kurup başına geçmesini, kendisini de kurmay başkanı yapmayı önerdiği söylenir. Ayrıca Mustafa Kemal’in, bu amaca yaklaşmak için Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan ile evlenmek istediği fakat Sabiha Sultan’ın, Abdülmecid Efendi’nin oğlu Ömer Faruk’a aşık olduğu için teklifi reddettiği anlatılır. Nitekim Sabiha Sultan, Ömer Faruk ile evlenecektir. Mustafa Kemal’in, Sabiha Sultan ile evlenmesi halinde tarihin akışının bambaşka bir şekilde olacağı konuşulur. Fakat tarihte olasılıklar konuşulmaz.
BİR VEDA GÜNÜ, 16 MAYIS
Sultan Vahdettin, Almanya ziyareti sırasında tanıyıp “Çok istekli ve gözü yükseklerde bir asker” olarak tanımladığı Mustafa Kemal’i 16 Mayıs’ta Yıldız Sarayı’nda İzmir’in işgal edilmesinin hüznüyle kabul etti. Cuma selamlığından sonra Mustafa Kemal huzura, Osmanlı tarihinde bir paşaya verilmiş en geniş yetkilerin yer aldığı müfettişlik görev belgesiyle çıktı. Yıldız Sarayı’ndaki bu görüşmenin ardından Sultan Vahdettin ve Mustafa Kemal’in yolları bir daha kesişmemek üzere ayrılacaktır.
VİLLA MANOLYA’DAKİ HACİZLİ TABUT
Kurtuluş Savaşı 1922 yılı Ekim ayının ortalarında Yunan ordusunun kesin bir şekilde vatandan çıkarılmasının ardından önemli bir aşamasını tamamlamıştı. Mudanya Mütarekesi imzalandıktan sonra TBMM’nin otoritesi artık kabul edilirken, Osmanlı hanedanının sonu gelmekteydi. Nihayet Sultan Vahdettin, en çok eleştirildiği şeyi yaparak; 17 Kasım 1922’de İngilizler’e sığınarak ülkeyi terk etti. Gidişini “Kaçmadım, hicret ettim” diye ifade eden Vahdettin’in ekonomik durumunun iyi olmadığı bilinir, bu durumu kendisi de şöyle ifade etmiştir: “İstanbul’u terk ederken Osmanlı hanedanına ait olan ve benim için çok büyük kıymet taşıyan eşyaları yanıma almayı düşünmedim. Bu nedenle, şimdi yabancı bir memlekette beş parasız, yüz üstü ve ızdırab içinde kaldık.”
San Remo’ya yerleşen Vahdettin’in ikametgahı olan Villa Manolya’daki günleriyle ilgili yazılıp çizilen pek çok şey vardır. Fakat Sultan Vahdettin’in San Remo günlerinin en sarsıcı olanı; şüphesiz 4 Ocak 1861’de Dolmabahçe’de atmaya başlayan kalbinin durduğu 16 Mayıs 1926’dır. Anasını babasını küçük yaşta kaybeden, 65 yıllık hayatı boyunca türlü zorluklarla atan o kalbin eziyeti, Villa Manolya’da durduktan sonra da bitmemişti. Çıkabilecek söylentileri önlemek amacıyla Vahdettin’e otopsi yapan İtalyanlar, nikotinden neredeyse kemikleşmiş aortunu çıkararak, her ne kadar ikna edemeseler de ailesine kalp hastalığından öldüğünü göstermeye çalışmıştı.
Sultan Vahdettin’e yapılan otopsinin bile masrafını ödemekte güçlük çeken ailesi, hiç beklemedikleri bir şekilde borçlarla karşı karşıya kalmış, bu yüzden cenazeyi kaldırmanın telaşındayken icra memurlarıyla karşılaşmıştı. Tabutu zorlukla temin edilse de borçlar ödenmeden hacizden kurtulamadı ve bu süreç 15 Haziran’a kadar, tam bir ay devam etti. Cenazesi Haziran ayının sonunda Şam’a getirildi. Mehmed Orhan Osmanoğlu, o günün tanığı olarak Gazeteci Murat Bardakçı’ya anlattıkları acıdır: “Beyrut’a gittik, vapur geldi. Zavallı cenaze yukarıda ama koku taaa aşağıya kadar geliyordu.“ Beyrut’tan Şam’a nakledilen cenaze nihayet Sultan Selim Camii’ne defnedildi.
Mustafa Kemal, saltanat kaldırıldıktan sonra halifeliği temsil etmesi için ısrar ettiği Vahdettin’in ölüm haberi geldiğinde Adana’daydı. Reisicumhur, Adana’da dostlarıyla yemeğe oturmuştu. Haberi alınca “Çok namuslu bir adam öldü” dedi. “İsteseydi Topkapı’nın bütün cevâhirini götürür ve öyle bir ordu kurup gelirdi ki…”
HAİN MİYDİ, KAHRAMAN MI?
Tarihteki rolü yıllardır tartışılan Sultan Vahdettin hain miydi, yoksa kahraman mı? Bu soruların cevabını aramaktan ziyade bulduğunu düşünerek kesin yargılara varanlar tarafından yapılan onlarca yayın var. Zaten bunlar tarihçinin kesinlikle kaçınması gereken tutumun aksine; hain veya kahraman olduğu hükmünü vermiş, bu görüşü kuvvetlendirecek belgeleri, bilgileri de bulmakta zorluk çekmemişlerdir.
Bireyin tarihteki rolü açısından bakacak olursak elbette Vahdettin’in Osmanlı Devleti’nin padişahı olması hasebiyle sorumlulukları, İngilizler’e sığınması, Sevr’i kabul etmesi konuşulabilir. Diğer yandan da kendimizi Vahdettin’in yerine koyduğumuzda tablo nasıl olur? Vahdettin pek çok zaman feodal bir zihniyetin gereğini yapıyordu. Belki o dönemin koşullarına göre çağdışı idi. Sina Akşin’in de tespit ettiği gibi; mutlakiyetçi hükümdarlığa inanmış bir hanedanın demokrasiye kılıç çekmesini de olağan karşılayabiliriz…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.