NEYİ KAYBETTİK?
Neyi kaybettik biz. Bugün senin için ölürüm dediğimiz insana, yarın, canın cehenneme diyecek kadar kin besliyor, küfürler ediyoruz. Bir daha güleceğimiz yüze tokat vuruyor, bir daha gireceğimiz yerden çıkarken, kapıyı çarparak çıkıyoruz. Dostum derken, arkasından konuşmayı, arkasından olur olmaz şeyleri söylemeyi, gıybet etmeyi kendimize hak olarak görüyoruz.
Neler kaybetmemişiz ki? İnsanlığımızı, dostluğumuzu kaybetmişiz. En önemlisi de, sevgiyi ve hoşgörüyü kaybetmişiz. İnancımızdan bahsetmiyorum, farkında mısınız?
İnancımızı kaybetmemiş olsak, zaten bunların hepsi yerli yerinde olacak. Allah’ı seviyoruz diyoruz ama sevgimizi gösterecek bir şey yapmıyoruz. Allah’a ihanet etmişiz, kula ihanet çok mu?
Cenab-ı Hakk’a kulluğu kaybetmişiz. Büyük günah olarak tabir edilen yüz günah arasında domuz eti yemek son sıralarda yer alırken, domuz eti yemekten, Allah’ın emri, men ettiği şey diye çekinip sakınırken, ilk beş sırada yer alan ve Peygamber Efendimizin, “gıybet; Müslüman kardeşinin etini yemektir” dediği “gıybet” hastalığını, her gün, her dakika yapmaktan çekinmiyoruz.
Hiç düşündünüz mü? Kaç kişiye dost oldunuz, kaç kişiyi kendinize dost edindiniz? Olur olmaz zamanda, gecenin bir vaktinde, içiniz sıkılıp da arayacağınız, derdinizi anlatıp, başınızı omzuna koyup ağlayacağınız kaç dostunuz var? Ya da bir farklı bakışla, size bu durumda gelip de, omzunuzu onun başına yastık yapıp, kafa kulağıyla değil, gönül kulağıyla dinleyeceğiniz kaç dostunuz var?
Eğer bir tane yok diyorsanız, siz boşuna yaşamışsınız demektir. Eğer böyle bir dosta sahip olamadıysanız, sizin mezarlıklarda yatanlardan ne farkınız var? İşte dostluğu da kaybettiğimizin bir örneği bu değil mi?
Dostlukları, sevgiyi, barışı ve hoşgörüyü kaybettik. Eşyalardır kullanılması gereken ama yüzümüze taktığımız maskelerle, insan olma değerlerimiz olan bu değerleri hoyratça kullanıp, yok ettik. Sevgimiz menfaat için, aşkımız sahte, gülüşümüz sahte. Mutluluğa dair ne varsa hepsini sahteliklerle kullanıp değersizleştirerek kaybettik.
Eşyalarımızla övünür, arabamızla, hatta çocuklarımızın doktorluğuyla, mühendisliğiyle hava atar olduk. Oysa çocuklarımızı edinimler uğruna, bir makam ve mevki uğruna kaybettik de sonradan haberimiz oldu. Onların iyi bir üniversiteyi kazanması için gece gündüz dua ettik. Hiçbir zaman, “hayırlısı olsun, ailesine, vatanına milletine faydalı olsun” diye dua etmedik. Sonuçta ya terk edildik, ya sözümüzü dinletemez olduk, ya da “off, yeter, kes sesini ve eski kafalı” gibi sözleri duyduk, bazılarımız da, evlatlarından dayak yedi. Neydi duamızda ki isteğimiz? İyi makam mevki ve bol kazanç içindi duamız. Duanız bu olunca, size de geçmiş olsun, siz onu zamanında yaptığınız dualarınızda kaybettiniz.
Anneler babalar, çocuklarınıza tapıyorsunuz da, farkında değilsiniz. Manevi değerleri vermekten uzaklaştığınız için onları eşyalaştırıyorsunuz. Hiç biriniz onlasın isteklerine karşı koymuyor, ne isterse istediğini yerine getiriyorsunuz. Siz onların her isteğini yerine getirdiğin sürece sevildiğinizi zannederken, biz zaman sonra isteklerine cevap vermeyince onlar size karşı gelmeye başlıyor. Çocuğunuzu kaybetmemek için istediği her şeyi, istediği anda elde edemeyeceğini bilmesi gerektiğini öğretin.
Çocuğunuzla arkadaş olmayı düşündünüz ama babalığı anneliği kaybettiniz. Arkadaşız derken, otoritenizi kaybettiniz. Siz oğlunuzu, kızınızı arkadaş edindiniz çocuğunuzu kaybettiniz, onlar da sizinle anne baba yerine arkadaş olunca anne babasını kaybetti. Sahi siz bu çocuklarınızın anne babası değilseniz, bu çocukların anne ve babası kim?
Siz arkadaş olmayın, anne baba olun. Çocuklarınıza örnek olarak hayatın gerçeklerini öğretirseniz, onlar kendilerine ve yaşlarına uygun arkadaş bulacak ama arkadaşlık sevdasıyla kaybettirdiğiniz babalık ve anneliğin yerine asla yeni bir anne, yeni bir baba bulamayacaklar...
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.