Nisyan
Bizi hayatta tutan özsavunma mekanizmalarından birinin, içinde bulunduğumuz vaziyete uyum sağlamak olduğunu hepimiz biliriz. İlkin ikrah edip uzağına kaçmak istediğimiz şeyler, ne kadar berbat olurlarsa olsunlar, belli bir zaman zarfında hayatımızın olağan seyrine dâhil olurlar. Biyoantropolojiye göre eğer insanın, dünya sahnesinden kaybolup giden sayısız canlıda olduğu gibi, bulunduğu şartlara alışma yetisi olmasaydı, doğal seleksiyona uğrayacaktı. Kimi bilim insanlarına göre ise insan, bedenî ve zihnî tepkileriyle hayatta kalmak adına en çabuk ve sürekli durum değiştirebilen tek canlı türü. Yine çok eskiden duyduğum bir şey, koku duyumuz, en iğrenç kokuya altı dakika içinde beyni alıştırarak bedeni koruma altına alıyor.
Çoğu kendi denetimimizde olmayan fiziki tepkimelerin bizi ne şekilde olursa olsun hayatta tutmak adına gerçekleştiği âşikar. Sosyal ve kültürel boyutta da uyum ve alışkanlıklar, unutmak gibi koruyucu birtakım tepkiler aracılığıyla ortaya çıkar. Eskilerin “nisyan” dediği unutmanın, temelde yemek ve su gibi beşerî bir ihtiyaç olduğu bilindiği hâlde nedense bir kusur olarak tarif edilir: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Malulün sözlük anlamı bir, “iş göremez durumda”; iki, “geçersiz, hükümsüz, değersiz” şeklinde. İlmihâl bilgilerine göre, unutarak bir şeyi yaptığımızda veya terk ettiğimizde dinen sorumlu tutulmuyoruz. Dünyevi hükümler için bir dokunulmazlık alanı gibi âdeta. Ancak, nisyan Kur'an'da bir görevi, bir gerçeği kasden terk etmek, yok saymak anlamında kullanılıyor ekseriyetle. “İsyan” içinde yaşamayı, günahkâr olmayı ifade ediyor. Yani Allah’ı unutmanın, ölümü unutmanın, ahireti unutmanın mazereti yok.
Aslında neyi unutup unutmadığımızın kendimiz dışındakilerce bilinemeyecek oluşu, meselenin sadece insan nörolojisiyle sınırlı kalmadığını, vicdan ve ahlakın da müessir olduğunu gösterir. İlmihâlin mevzusu yahut değil, neyi unuttuğumuzu sadece biz hatırlayabiliriz. Bir başka irade gelip beynimizi ele geçirerek bu işi bizim yerimize gerçekleştiremez. Kendimizle başbaşayız. Sanık da biziz yargıç da. Dışarıdan zatımıza yöneltilmiş onca hükme rağmen bu böyle. Kararlarımızda, kendi irademizle dört başı mamur başbaşa kalamadığımızı, cemaatle, kitleyle hareket etmeyi daha makbul saydığımızı düşünürsek böyle bir mahkeme sahnesi bize ütopik gelir. Çünkü başkası tarafından suçlanmaya alışık olduğumuz kadar başkalarının yargısıyla yaşamaya da mecbur kılmışız kendimizi, ne yazık ki.
Peki bunca hayhuy arasında hayatta kalmak denince aklımıza ne geliyor? Cevabı üzerinde biraz mütaala etmemiz; insan tabiatı, hayatta kalma içgüdüsü, bedenin doğası, zamanın ruhu, çağın gerekleri diyerek hayatta kalmak fikrinin üzerine inşa edilmiş ne kadar söz varsa hepsinin üzerinde uzun uzun düşünmemiz gerekiyor. Unuttuklarımızı hatırlayabilmek için...
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.