Siyasetin Değiştirdikleri
Yeni Türkiye’ye geçiş, görüntüde bir cumhurbaşkanlığı seçimiyle gerçekleşti. Bu seçim için geçen süre de; seçmenlerin oylarını kullanması, sandıkların toplanması, oyların sayılıp tasnifi ve sonucun açıklanması derken toplamda bir günü ya buldu ya bulmadı. Halkın doğrudan cumhurbaşkanını seçmesine imkân tanıyan düzenlemenin ilk kez hayata geçmesi bakımından gerçekten tarihî değeri fevkalade bir deneyim yaşadık. Bugüne kadar yapmadığım bir şeyi yaparak seçmen pusulasını, bu tarihî günü ileriki günlerde saha sağlıklı hatırlayabilmeme yardımcı olacağı duygusuyla saklayacağım.
Elbette, Yeni Türkiye kavramsallaştırmasıyla ifade edilen dönemin konjönktürel bir değişimi ifade edip etmediği zaman içinde belli olacak. Yeniliğin; esirgenmiş, gasp yahut tahrip edilmiş birçok insani, siyasi ve toplumsal kadim değerin, ülkemiz, coğrafyamız ve insanımız lehine yeniden diriltilmesini amaçlayan bir manada kullanıldığına, en azından “yeni”likten ben bunu anladığıma göre, her şeyin bitip tamam olmadığı, bilakis yeni başladığı ortadadır. Yani korkularımızın üzerine cesaretle gidecek, başta sivil anayasanın inşası olmak üzere bu yeninin hakkını vermek için elimizden geleni ortaya koymaktan geri durmayacağız. Bu döneme geçişin yalnızca verilmiş bir vatandaşlık hakkının ifasıyla gerçekleşmiş bir cumhurbaşkanlığı seçiminden ibaret olmadığının, bu sürecin öncesinde çok uzun bir koşunun ve bu koşuda nice zorlu, meşakkatli etapların yaşandığının farkında olarak geçmişin arşivindeki nice yenilik izafe edilmiş dönemin uğradığı makus kaderden çıkardığımız dersleri doğru anlamaya çalışacağız.
27 Nisan 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimindeki meclis skandalı dün gibi hatırımda. Birinci turda Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamada yeter sayısına ulaşıldığı hâlde seçim bir hukuk hilesiyle ikinci tura bırakılmış; orada da bu gerçekleşmeyince cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılabilmesi 22 Temmuz’daki genel seçimlerin sonuna kalmıştı.
Siyasi, içtimai ve sivil duyarlıkların yaşatılmasına ve yayılmasına çalıştığımız bir dönem olmuştu Konya’da. Bunu da yapabildiğimiz tek meziyetle, yazıyla, çiziyle başarmaya çalışıyorduk. O ara epey bir internet sitesi macerası yaşadık. Kapatılan sitelerimizden biri olan Siyasetmerkezi’nde memlekete gayet gerilimli günler yaşatan 367 haksızlığı üzerine yazdıklarımızı hatırlıyorum da keşke serverine mahkeme kararı ve polis baskınıyla el konan o sitedeki yazılarımızdan birini bari kurtarmış olup buradan paylaşabilseydim.
2007’deki hadisede benim için çok anlamlı bir an var: Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayını açıklanmadan önceki yaptığı konuşma. “Erdemliler hareketi” olarak -o zaman daha sıkça sözü ediliyordu- zuhur etmiş yeni bir duruma, siyaset ahlakına örnek teşkil eden çok değerli manalar içeriyordu konuşma. Ölüme, fani hayata vurgu yapıyordu konuşmasında ve sözleri görülmemiş bir kardeşlik jestiyle son buluyordu. Yazılardan birinde, bu anın, Başbakanın şahsında bütün bir siyaset maceramızın belki de en yüksek mertebesi olduğunu düşündüğümü yazmıştım. Çok duygulanmıştım çünkü. İşin içinde dava vardı, vefa vardı, feda vardı, fena vardı; e serde de gençlik vardı, daha ne olsun. Benim siyasetin erdemle sahici bir bağı olabileceğine inancım, siyasetle ilk samimi ve esas temasım işte o konuşmanın tesiriyledir.
Bundan ayrı olarak o zamanlar ana akım İslamcılardaki siyasetle uyuşmaz, barışmaz yabani birtakım alışkanlıklar birçoğumuzda yaygın görülen bir tripti. Siyaseti yöntem olarak tekinsiz bulan; adaletsiz bir düzene sahip çıkan kaypak, menfaatçi, statükocu kimselerin haksızlıkla, küfürle, hıyanetle her türlü değeri alaşağı ettikleri bir zemin olarak tanımlandıran ve bu zeminde hiçbir değerin üretilemeyeceğini düşünen, ancak ve ancak insanın bu ortamda kaybolacağını, hem davasını hem zamanını kaybedeceğini düşünen, belki de buna alıştırılmış bir anlayıştı bu özetle. Bu düşünce siyasetin pratik değerine dair düşüncelerin tecdidiyle değişti; değiştikçe başarı geldi, galiba başardıkça da bu değişim sürecek.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.