Padişahım sen çok yaşa
Eski zamanlarda güzel mi güzel büyük bir ülke varmış, bu ülkenin de herkes tarafından sevilen çok iyi bir padişahı varmış. Yalnız padişahın etrafındaki sadrazamı, veziri ve diğer yaverleri çok yalakalık yaparlarmış. Sürekli padişahlarını yanıltırlar, her şeyin çok iyi gittiğini söylerlermiş. Son dönemlerde de ülkenin siyasal ve ekonomik durumu biraz sıkıntıya girmiş. Bu durumu padişahlarına anlatırken; kendi ayıplarını örtmek için bazı günahsız insanları suçlayarak görevden almamız lazım, ekonomik sıkıntıya bunlar sebep oluyor diyerek zam yapmaları gerektiğini anlatmışlar. Padişah tabi bu insanlara güveniyor ve inanıyor. Tabii demiş halkımızı fazla sıkıntıya sokmadan vergileri arttırın demiş. Ama gelin görün ki, ekonomi de hiçbir düzelme olmamış, tekrar padişaha giderek aynı gerekçelerle birilerine kıymışlar. Padişah bunlara yine inanmış, peki demiş. Bu yalakalar her dedikleri olduklarında PADİŞAHIM SEN ÇOK YAŞA derlermiş. Gelen bu ikinci vergi halkı biraz üzmüş, hep şikayet ederek sokaklar da çok sevdikleri padişahlarına karşı sitem etmeye başlamışlar. Sürekli yanlış yapan yalakalar işler yolunda gitmeyince tekrar padişaha gitmişler. Değişik gerekçelerle padişahlarını yine yanıltarak, yine birçok insana kıymışlar ve yine vergileri arttırmışlar. Halk perişan ve şaşkın. Padişahlarına olan inançları bitmek üzere. Çünkü bu yalakalar her yaptıkları yanlışları PADİŞAHIMIZIN FERMANIDIR diyerek, kendilerini işin içinden sıyırmışlar. Halk bu maskaralıklar karşısında sinirlerinden ve kahırlarından gülmeye başlamışlar. Tabi bu olaylardan haberi olmayan padişah, bir gün çok güvendiği bir dostu tarafından uyarılmış. Padişah ertesi günü halkının içine girerek ne olup bittiğini anında öğrenmiş ve kendisini kandırdıklarını anladığı anda yalakaların kellelerini uçurmuş. Bu olaylardan sonra ülkeye yine saygı, sevgi, huzur ve güven ortamı geri gelmiş, halk padişahlarına olan güven ve sevgilerini sürdürmüşler. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevitine.
Bu hikayeden çok ders çıkarmak lazım.
Küçük çocuklarımıza sorarız, büyüyünce ne olacaksın diye. O küçücük çocuklar babalarının mesleğinin de etkisiyle, doktor, avukat, mühendis, polis, bakkal, şöfer vs olacağız derler. Hangi meslek olursa olsun, okullarını okumadan asla o mesleğe erişemezsin. Vakti vardır, sınavı vardır, meşakkati vardır, güçlükleri vardır, vardır, vardır…
Bakın Genel Müdürümüz Mehmet Baykan’a bu yolların hepsinden sabırla, mücadeleyle ve çalışarak geçerek alnının akıyla çıkmıştır. Bana göre Mehmet Baykan geleceği yere gelmiş midir? Hayır. Mehmet Baykan kardeşimin Spor Bakanı olması gerektiğine inanıyorum. Eksiği yoktur, fazlası vardır. Bu yolda belki bazı eksikleri; olmadan olduğunu sanan insanların varlığıdır. Vizyon şarttır, eğitim şarttır, kürsü şarttır, temsil kabiliyeti şarttır, hatır şarttır. Bu insanlar bunlar biz de mevcut diyebiliyorsa, tek gerekçesi Mehmet Baykan’ın ismidir.
Kulağıma geliyor, Hüseyin Öner; durup dururken bunları niye yapıyor diye. Bazılarına göre yel değirmenlerine savaş açmışım, bazılarına göre İsrail savaş uçaklarına sapanla karşılık veren Filistinliyim, bazılarına göre de bunları anlatacak birine ihtiyaç var diyorlar. İşin en enteresan tarafı kimle konuşsam bana hak veriyor. Diyorlar ki doğrusun, bu olaylardan biz de çok rahatsızız. Şimdi hiçbir şey yapmasam, yazmasam bir takım DONKİŞOTLARIN yaptıklarına göz yummuş olacaktım. Ama ne yapayım gözü kör olsun haksızlıklara tahammül edemeyen bir yapım var. Testileri taşıyanlara saygım, kıranlarla mücadelem var. Çok şey biliyorum, rant hesaplarını biliyorum, çıkarları biliyorum. Yeri geldiğinde açıklayacağım. Ben istiyorum ki; bu iş uzamasın, kendiliklerinden gitsinler, daha fazla zarar vermesinler. Mehmet Baykan’ın dönemindeki saygın kurumlar haline gelsinler, rant değil.
Bu işin sonucunda ne olur? Soğan, sarımsak yemediğim için ağzım kokmaz. Ama ağzı kokanlar hala işin içinde, başında olmaya devam ederlerse iş biraz daha büyür. İdareci olduğu kulübün 100 delegesinin 70 tanesini kendi mahallelin bile olsa seni kurtarmaz. Paşa paşa bırakacaksınız. Yalakalık olsun diye birilerine şoförlük yapmayacaksınız. Muhtaç insanlara seni işe yerleştiririm, ama bana para vermen gerekir diyemeyeceksin. Memleketimize daha fazla zarar vermeyeceksiniz, Sayın Genel Müdürümüz Mehmet Baykan’a yük olmayacaksınız. Ve varsa eğer eski işlerinize geri döneceksiniz.
Bu arada TSYD Başkanı Recep Çınar kardeş gazetesinde bana hitaben bir yazı yazmış. Yazısının altına yorum gönderdim, dedim ki sana gazete de cevap yazmayacağım. Ama gelin görün ki bu yazıyı yazmaya başladığım ana kadar yorumlar çıkmadı. Recep Çınar anladığım kadarıyla biraz yeşillenmiş. Bakın ben demiyorum, kendisi diyor. Gazetemizin Sahibine ve Genel Yayın Müdürüne de talimatlar veriyor. Yani diyor ki kimseye sıçrama tahtası olmayın. Ama hazretleri 2-3 yıl önce Konya TV’de programa çıkmamı ve gazetesin de ısrarla yazı yazmamı istiyor. Rahat yorum yapabilelim diye Basın Tribününe giriş kartı veriyor. Aradan geçen süreçte ne oldu da bu arkadaş yeşillendi bilmiyorum. Alınıyorsa kendi tabiriyle beni hiç ilgilendirmez ama yine de geriye dönüp bir bakacak. Recep Çınar’ın iyi olarak nitelendirdiği Donkişotlarla olan DÜŞÜNCELERİni de çok iyi biliyorum. Benim Allahıma şükürler olsun işim var gücüm var. Rant demiş, onun peşinde olsak geçmişte bazı şeylerden vazgeçmezdik. Kıskançlık diyor; Allah aşkına bunların hangisini kıskanacağım, Recep’in bu dediğine kargalar bile güler. Recep kardeş yeşillenenlere mahkemelerin yolunu göstermiş. Bence hiçbir mahsuru yok giderlerken yolun tarifini de ben yaparım merak etmesin. Haa unutmadan birde ak kaşık meselesini örnek vermiş. Ben de dahil kimse sütten çıkmış ak kaşık değilmiş. Aslan Recep’im bırak ta onun kararını yeşillenmemiş insanlar versin. Sana bir ağabey olarak tavsiyem de fazla yeşillikler de dolaşma. Kendi mahallene gir de neler konuşuluyor bir öğren.
Gazetecilik meslek erbabı değilim. Ama gördüğüm kadarıyla (kimseyi hedef alarak söylemiyorum) başta kim varsa, onların çıkarlarına uygun yazılar yazmak ve kendilerini sevimli göstermek. Bence doğru olanı, gerçekleri bir şeylerden vazgeçmek uğruna yazabiliyor musun, işte benim gözümde iyi gazetecilik budur. Yoksa kolay olanı seçip yanlışlara parmak basmadan dümen suyunda yazılar yazmak yalakalık olur. Gazetecilikte saygı duyulmak ayrı bir şeydir. Onu vurgulamak istiyorum.
Gelelim asıl konuya. Sonuç ne olur demiştim, bu mücadele de ben kaybedersem, bana hiçbir şey olmaz, işime devam ederim belki küser giderim. Ama bunlar kaybederse Konya kazanır. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Bilmem anlatabildim mi?
Haydi hayırlısı…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.