SENEDE BİR GÜN...
TARİHE YOLCULUK (184)
Genç gazeteci arkadaşlarım! Biliniz ki, çalıştığınız gazeteler "yan gelip yatma" yeri/yerleri değildir! Ben de biliyorum ki hiç biriniz "yan gelip yatma" lüksüne sahip değilsiniz. Eğer böyle bir lüksünüz varsa ve size tanınıyorsa; o gazete patronu da, genel yayın yönetmeni de, yazı işleri müdürü ve haber müdürü de "GAZETECİ" değildir.
Güftesi Sâdık Şendil'e ve bestesi Şekip Ayhan Özışık'a ait hicâz makâmında bir şarkıdır. Gençlik yıllarımda Emel Sayın'ın o kadife sesinden bu şarkıyı dinlemek pek hoşuma giderdi.
"Yeter ki gel bana senede bir gün."
10 Ocak Gazeteciler Günü de, biz gazeteci milletine senede bir gün geliyor.
Senede bir gün olduğu için de kıymetli oluyor! Hâlbuki gazeteciler senenin 365 günü çalışıyor.
Konya Büyükşehir Belediyesi, 10 Ocak 2018 Çarşamba günü Kalehan Ecdat Bahçesi'nde; "10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü" dolayısıyla verdiği bir akşam yemeğinde, ilçelerden gelen arkadaşlarımızla birlikte bütün basın çalışanlarını buluşturdu. “Yemek bahane, sohbet şahane!” derler ya… Gazeteci ve yazar dostlarımızla o yemekte ve yuvarlak masa etrafında hasret giderdik, anılarımızı paylaştık. Ve eski gazetecilik günlerim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti…
***
Dijital teknolojisinin olmadığı ve internet ile sanal dünyanın henüz icat edilmediği yıllarda (1986), bu güzel mesleğe sigortalı olarak başladığımda; genç bir gazeteci olarak çok heyecanlıydım. Ben gazeteci ve yazarlığa 1978'li yıllarda kurşun kalemle yazılar yazarak adım attım. "Fahri Muhabir" olarak bu mesleği severek kabul ettim. Konya Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümünden 1979-1980’de mezun olduktan sonra garsonluk mesleğiyle birlikte gazeteciliği de epey ilerlettim. 12 Eylül 1980 Askerî Darbesinden sonra İstanbul'da haftalık gazete olarak çıkan ve daha sonraki yıllarda günlük çıkmaya başlayan Yeni Düşünce'nin Konya fahri muhabiri olmuştum. Smena marka Rus malı bir fotoğraf makinası almıştım. Çeşnici Restaurant'ta garson olarak askere gidinceye kadar çalışmıştım. Patronlarımdan izin alır Karaman'da yapılan Türkçe Dil Bayramlarını takip eder, resmini çeker, onu renkli olarak tab ettirir ve postayla İstanbul'daki gazete merkezine yollardım. Bütün bunların harcamasını kendi cebimden yapardım.
Gazetecilik aşkı böyle bir şey olsa gerek.
***
Konya Postası'nda sigortalı olarak 'muhabir'liğe başladığımda, patronlarım Mustafa Alagöz ile Süleyman Alagöz'e; "bana kaç para vereceksiniz?" diye bir soru da sormadan yazı işleri müdürümüz olan rahmetli Orhan Samur'un yanında bu meşakkatli mesleğe atıldım. İki yıl sonra kendimi "Yazı İşleri Müdürü" sıfatıyla merdivenleri tırmanırken buldum. Dört işi bir arada yaptım. Karanlık odaya girip film banyo yaptıktan sonra kendi köşe yazımı yazar, sonra filmleri tab eder, Nazar Klişeci ye gönderir ve birinci sayfanın mizanpajına başlardım. Hepsini bir arada nasıl yaptığıma arkadaşlarımdan ayrı kendim bile hayret eder, koltuğa yorgun vaziyette oturduğumda ise; "Allah'a şükür" derdim.
Çalışmak da bir ibadet olduğuna göre "şükreden bir kul" olmaya gayret ettim. Aldığım maaşın azlığını bile pek fazla düşünmeden mesleğime olan sevgimden dolayı muhabirliği ve gazeteciliği devlet dairesine veya belediyeye geçmede "atlama taşı" olarak hiç düşünmedim. Refah Partisi'nin dört belediyeyi birden kazandığı yıllarda Meram Belediyesi'ne, Basın ve Halkla İlişkiler dairesine "müdür" sıfatıyla başlama teklifi aldığımda; bunu kabul ettim, fakat ancak bir ay dayanabildim. Özgürlüğüme düşkün bir insan olarak masa başı bir vazifenin bana göre olmadığına karar verdim ve onca dünyalık nimeti elimin tersiyle ittim! Akrabalarım ve yakınlarım benim bu kararıma şiddetle karşı çıktılarsa da ben asla hayatta pişman olmadığımı/olmayacağımı onlara güzel bir lisanla anlattım. Bu zaman zarfında gazeteciliğin dışarıdan göründüğü gibi kolay ve maddi getirisi olan bir meslek olmadığını görmeme ve müşahede etmeme rağmen aşkla bu yola devam dedik.
***
Gazetecilik, "çalışan bir gazeteci" için çok zor bir meslek. İki darbeyi gören ve yaşayan bir gazeteci olarak bunun zorluklarını Adliye koridorlarını aşındırırken ve devletin Cumhuriyet Savcısı karşısında ifade verirken gördüm ve yaşadım. Asliye, Asliye Hukuk ve Ağır Ceza mahkemelerinden ayrı olarak Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM)'nde de yargılandım. 28 Şubat'ta manşetten ses getiren haberler yaptığımız için yargılandık. Müslüman ümmetin namusuna, ırzına, haysiyetine, şerefine ve izzetine saldıran namussuzlarla; okullarda küçük çocukların ‘ırza tasaddi'de bulunan ahlâksız, edepsiz, namussuz, düzenbaz ve hilekârlarla mücadele edip onları koruduğumuz ve başörtülü üniversitelerde okuyan bacılarımız ile devlet dairelerinde çalışan kardeşlerimizi haber ve yazılarımızda savunduğumuz için yargılandım. Allah'a binlerce şükürler olsun ki bunların hepsinden beraat ettik. Öbür dünyadan mes'ul olduğumuz için huzur-u mahşerde; "Allah için ne yaptın?" diye bir sual sorulduğunda, yüzümüz kara olarak değil de ak olarak çıkıp verebileceğimiz cevabımız/ cevabınız/cevaplarınız eğer hazırsa; ne mutlu bana, bize ve size!
***
Gazetecilik gerçekten çok zor bir meslek!
Dün, haber alma özgürlüğümüz vardı. Bugün ise, habere ulaşmak dünkünden daha kolay değil.
Dün, "gitmediğin/gidemediğin/takip edemediğin haber, senin haberin değil" derdik. Bugün, her kurum kendi haber bültenini kendisi hazırlayıp gönderiyor. Gazetelerimiz haber ajanslarının servis ettiği haberleri kullanıyorlar.
Dün, belediye meclisleri gazetecilere ardına kadar açık olur ve ne kararlar alındığını, hararetli nasıl tartışmaların yaşandığını gazeteci şeffaf, yalın bir şekilde görür ve o gördüklerini de yazardı.
Bugün ise...
Dün, siyasi arena bugünkü kadar gri, sarı ve siyah renklere pek sahip değildi.
Bugün ise, dünü arar hale geldik.
Dün, Büyük Milletin Meclisi'ne "esnaf", "işçi", "memur" bile o Büyük Milletin "Vekili" olarak seçilerek temsil etme kabiliyetine sahip bir şekilde kendi meslektaşlarını; "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yazılı levhanın asılı olduğu o Meclis Kürsüsünden hak ve hukuklarını savunarak sorunlarını dile getirebiliyordu.
Bugün ise...
***
Genç gazeteci arkadaşlarım...
Dikkat ettiyseniz henüz "5N1K"ya girmedim.
'10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nüz kutlu olsun.
Biliniz ki, çalıştığınız gazeteler "yan gelip yatma" yeri/yerleri değildir!
Ben de biliyorum ki hiç biriniz "yan gelip yatma" lüksüne sahip değilsiniz. Eğer böyle bir lüksünüz varsa ve size tanınıyorsa; o gazete patronu da, genel yayın yönetmeni de, yazı işleri müdürü ve haber müdürü de "GAZETECİ" değildir.
‘Çalışan Gazeteciler Günü'müzü mesajlar göndererek, telefon ederek kutlayan bütün arkadaşlara ve dostlar ile bizi Kalehan Ecdat Bahçesi’nin nezih salonunda bir yemek sofrasında buluşturan büyüklerimize teşekkürü borç biliyorum.
İyi ki varsınız.
PAZARTESİ: ‘Hayırların Babası’ Sahip Ata Fahreddin Ali.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.