ÜNİVERSİTE YILLARINDAN BİR EV ARKADAŞI
Ayhan*
Ayhan, 1982 yılında Ankara siteler esnafından marangoz Hasan Usta’nın ikinci erkek çocuğu olarak Şentepe’de bir gecekonduda, muhtemelen ağlayarak değil yüzünde hafif bir gülümsemeyle açtı dünyaya gözlerini. Onun hayata gözlerini açtığı günden hemen birkaç gün önce dünyaya gelen amcasının oğlu Oktay ile onların hayatı keşişti çoğu kez, hem de çok ilginç hayat hikâyelerini bünyesinde barındırarak.
Oktay ve Ayhan adeta bir elmanın iki yarı oldular. İlkokula başladıklarında aynı sırada oturan iki ‘Başkaya’ soyadlı öğrenci olduklarından çoğu arkadaşı ve birçok öğretmen onları ikiz sanıyorlardı. İlkokul, ortaokul, lise aynı sırada bitti. Asıl ilginç olan hikâye ise üniversite sınavında gerçekleşti. O yılların (1999-2000) ÖSS sınavında aralarına sadece bir kişi girebilmişti. Yani bir milyonu aşkın kişiden sadece bir kişi girebildi aralarına, aynı puanı aldıkları yetmemiş gibi virgülden sonraki puan bile aynı olunca ilginç bir tesadüf oluşmuş, yazdıkları tercihler sonucunda Konya, Selçuk Üniversitesi, Mimarlık Mühendislik Fakültesi, Maden Mühendisliği Bölümü’nü (NÖ) kazanmışlardır. Yani ilkokulda başlayan aynı sırada oturma alışkanlığı üniversiteye kadar uzamıştır. Birbirlerinden o kadar ayrı iki kişinin ikiz bir hayat yaşamaları kaderin güzel olduğu kadar garip bir cilvesiydi de.
Üniversite yıllarında bu ikilinin hayatına birkaç kişi daha eklenecektir. Zira yurt hayatıyla başlayan ve evde devam eden birliktelikte başta Fatih ve Tahir olmak üzere Ahmet Hamdi ve Serdar gibi birçok arkadaşın hayatlarına eşlik etmişlerdir. Esasen Konya’ya geldikleri ilk yıl özel bir yurtta kalmışlar, Fatih, Tahir ve Oktay birlikte eve çıkmaya karar vermişler, Ayhan’sa (biraz da babasının zoruyla) yurtta kalmayı yeğlemiştir.
Üniversite okuyan birçok kişinin hayatı gibi değildi onların ki. Onlar hem harçlıklarını kendi kazanan, hem de öğrenciliklerini asla aksatmayan bir gruptu. Uzun yıllar birbirlerinden kopmayacak bir bağ oluşturan Fatih, Tahir, Oktay ve Ayhan için ev arkadaşlığından daha önemlisi dava arkadaşlığı idi.
Bu dört arkadaşın ilk oturdukları ev, Huzurkent sitelerinde 11 katlı binaların en üst katıydı. En üst kat olduğunu o yıllarda Konya’da meydana gelen 4.5 şiddetindeki depremden hatırlıyorlar, evin beşik gibi sallandığı besmeleler, şahadetler vs. hala arkadaşlar arasında espri konusu. Ayhan adeta okeyde dördüncüydü o evde. O olmadan olmazdı. Hatta evin anahtarından bir tane de ona yaptırmışlardı. Çok temiz kalpli birisi olmasına karşın sakarlıkta da üzerine yoktu Ayhan’ın. Bir defasında Tahir için çok önemli olan bir ses kasetinin üzerine rastgele ses kaydı yaptırmış ve Tahir’i çileden çıkarmıştı. Oktay’sa daha agresif bir kişilik gibi bilinmesine karşın aslında ev arkadaşlarına ve büyüklerine karşı oldukça kibar birisiydi.
Milliyetçi, muhafazakâr bir yaşam tarzı benimseyen bu gençler, çoğu kez vatan kurtarmakla meşgul olsalar da, kendi hallerinde bir yaşam sürüyordu. Espriler, oyunlar, az da olsa ders çalışmalar ve kitap okumaların yanında geriye kalan vakitlerinde ille de vatan diyen bir aile gibiydiler. Mevlana törenlerinde rehberlik hizmetlerinde çalışan, bazen cep telefonu ticareti için Ankara’nın Maltepe Pazarı’na çıkan, ÖSYM sınavlarının olduğu günlerde fakültelerin önlerinde su ve simit satan bir arkadaş grubuydu.
Halı saha maçlarında genellikle başarılı bir performans sergileyen bu dörtlü, günün birinde Çevre Mühendisliği öğrencileri ile bir maç yapmış ve maçı otuz farkla kaybetmişlerdi. Sayı tam olarak sayılamamış fakat otuz rakamı üzerinde mutabakat sağlanmıştı. O maçta bizim Ayhan, her zaman ki gibi defansta görev yapmış fakat ayaklarının ucundan geçen toplara bir türlü dokunamamıştı. Esasen rakip oyuncular topu çok isabetli atıyordu, fakat uzun yıllar Ayhan bu eleştirilerden kurtulamamıştı.
Ayhan, İngiliz anahtarı gibi bir arkadaştı. Her zaman mütebessim ve her daim hazırdı. Ayhan, yemek yap yapar (bir defasında lapa bir pilav yapmıştı), Ayhan ekmek al alır, Ayhan git Oktay’ın yerine imza at atardı. Tam bir ikinci adamdı. Karakterinin bu şekilde oluşmasında belki de Oktay’ın da rolü vardı. Oktay, güçlü bir karakter olduğundan Ayhan belki de kendini ortaya koyamamıştı tam olarak.
Üniversite son sınıfta Fatih’in açtığı cafede Tahir ve Oktay ile birlikte çalışan Ayhan orada kendini gösterme imkânı bulmuş ve ilk iş sınavını orada vermiştir belki de. Babası Hasan ustanın sağlık problemleri onu marangoz hanede de çalıştırmıştır öğrenciliği boyunca. Kışları Konya’da okumuş, yazları ise Ankara sitelerde marangozluk yapmıştır denilebilir.
Üniversitenin bitmesiyle birlikte sırasıyla Ankara, Erzurum ve Artvin’de Maden Mühendisi olarak şantiyelerde çalışan Ayhan, evlenmiş bir de Eymen adında çocuğu olmuştur. Basit rastlantılar ve ilginç gelişmelerin bütünüdür onun hayatı. Soğuk algınlığından dolayı gittikleri hastanede ciğerlerinden şüphelenen doktorun kalbinin delik olduğunu anlamasıyla başka bir hal almıştır hayatı. Otuz üç yıl, kalbinin delik olduğundan bihaber yaşamıştır; kim bilir belki de bu yüzdendir içindeki sonsuz sevgi…
Hafızalarda kalansa, Ayhan’ın dostluğu, samimiyeti, verilen işleri başarıyla yapması, yüzünden hiç eksik olmayan tebessümü ve bu tebessümlerin arkasına ustaca sakladığı hüzünleri, biraz da sakarlıkları.
Ayrıca arkadaşlarının içleri, aralarındaki konuşmaları yanlışlıkla uygun olmayan bir ortamda, denmemesi gereken kişiye safça söyleyiverecek heyecanı ile doludur.
*Ayhan Başkaya (Biz ona Ayaan derdik), Artvin ili, Yusufeli ilçesi, Maden Mühendisi
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.