BEN KAFA MI AĞRITIYORUM?
Hangi şehirde hangi meslektaşım ile görüşsem, ya da Konya dışındaki dostlarımızla sohbet etsem soruyorum “Sizin şehirde 365 gün yerel yazı yazan var mı?” …. Belki vardır ama bugüne kadar “var” diyen çıkmadı.
Patronumuz Harun Akgül abinin bile nerede ise haftada bir “Uğur abi niye bu kadar koşturuyorsun? Otur evinde çoluğunla çocuğunla emekliliğin tadını çıkar” sözüne rağmen her gün sabah akşam yeni bir proje üretelim, yeni yeni konuları yazalım diye altı yok pabuç gibi koşturuyoruz.
Biz her gün Konya ve Konyalılar ile ilgili bir şeyler yazıyorsak bunun kaynağı bize inanan güvenen samimi dostlarımız ve okurlarımızdır.
Dün sabah telefonu elime aldım bir abimiz aynen şunları yazmış;
“Günaydın güzel abim. Derler ki: Bir adam güzel bir şarkı söylerse mest olursun, arka arkaya söylerse kafana ağrılar girermiş..! Sen her gün şehrin ayrı kanayan yarasına basıyorsun. Ama nerde nerde be Uğur abi. Bu bizi yönetenler ……………. ..! Değmez. Ben derim ki sen hep bunları öv öv öv! O zaman mı ne olacak ki? Ben de bilmiyorum ..!”
……………
Bu abimiz şehrin en zeki ve en güngörmüşler sınıfındandır. Haaa anadan babadan para pul mal mülk sebil. Dünya ile bir alakası yok. Para kazanayım diye bir şey de düşünmüyor. Oturuyor her gün bizim gibi yazanları Konya’da Türkiye’de, dünyada neler olup bitiyor muazzam bir şekilde takip ediyor ve bizleri de bilgilendiriyor. Haaa tekrar ediyorum inanılmaz dikkatli ve takipçidir. Hani geçen gün Hatıp yolunu yazmıştık ya. Bakın o gün de şöyle diyordu;
“Bugünkü yazınızda etliekmeği ben hak edebilirim. Ne yazık ki burada sen haklısın. Sen haklısın ki konuyu köşene taşımısın. O bölge benim köyümün yolu. Suçlu mu hiç arama suçlu belediye. Çarpık yapılaşmaya vakti zamanında hep göz yumdu. Şurada 15 sene önce o yolu yapabilirlerdi. Şimdi imkansız artık. Sağı solu iş yeri oldu ve nerdeyse yola sıfır olan yol dibinde evler var. O enkazı kimse kaldıramaz. Devam o bölgede alkol ve fuhuş için yapılan sözde bağ evlerine…!
Saat gece on birden sonra cenabet o yolda! Alkollü o yolda! Esrarkeş o yolda! O zaman kim suçlu kim?
………….
Vallahi biz her gün şehri yazıyorsak sizlerin sayesinde yazıyoruz. İşte ispatı.
Yine yarına Allah’tan bir mani gelmez ise Kemerli, Nüve bölgesi ile yine bize inanan güvenen tanıdığımız tanımadığımız insanların bize aktardıklarını sizlerle paylaşacağız.
………..
MUSTAFA BALOĞLU’NU SEVMİŞTİK BİR KERE
Dün Haber Merkezimize ulaşan haberlerden biriside Tuzlukçu’da yapımı planlanan 10 yataklı entegre hastanesinin yapım ihalesi tarihinin belli olmasıydı. Bu haberde emeklerinden ve uğraşlarından dolayı vekil Dr. Mustafa Baloğlu’na teşekkür ediliyordu.
Vallahi burası benim bölgem değil ama Vekil Mustafa Bey’in hassasiyetlerini o günlerde yakından takip ettiğim için çok iyi biliyorum Mustafa Bey ilk günden bu yana hiç yanıltmayan ve siyasetin bozamadığı adam gibi adamlardan çıktı. Allah kendisinden razı olsun.
SİLAH SIKMAK BU KADAR BASİT Mİ?
Dün öğle saatlerinde sanayici ve sektöründe kendisini Türkiye’ye değil ürettiği malın markası ile dünyaya ispatlamış bir sanayici abimiz şöyle yazıyordu;
“Bu akşam gece saat beş sıraları Bayır Otel’in yanındaki alkollü mekanlardan beş altı kez silah sesleri geldi. Camdan baktım ne polis geldi ne de mekan dağıldı. Bu saatte insanları niye rahatsız ediyorlar acaba bu mekanların kapanma saatleri yok mu? Konya Valimizi sizin yazılarınızdan takip ediyorum. Gerçekten çok hassas bir Devlet adamı. Bence Valilik bir an önce tedbir almalı. Şehir magandalarına meydan bırakılmasın. Teşekkürler.”
…………
Biliyorsunuz bir gün önce de güpegündüz Nişantaşı’nda silahlı soygun olmuştu.
Polisten hele hele Konya polisinden asla kurtulamazlar. Bu iş ayrı. Çünkü gece gündüz nerede olursa olsun bu silah atma tüfek atma, pompalıyı saydırma işinde birileri çok azgın. Benim mahallemde Allah sizi inandırsın 7 gün sabaha kadar yoldan geçenler saydırıyor. Eskiden bu işleri hafta sonları yaparlardı. Şimdi hafta sonu, hafta başı kalmamış durumda. Demedi demeyin bu azgınlık yarın çok baş ağrıtacak.
BİZDEKİ ŞATAFATA VE GÖSTERİŞE BAKTIKÇA BU
YAŞANMIŞLIKLAR HEP AKLIMA GELİYOR
Kimse alınmayacak biz gerçekten çok gubuz ve gösteriş düşkünü bir millet olduk. Haa bunu yapan yapıyor da, yapana da biz değer veriyoruz. Böylece bir sarmal oluşuyor ve tanınamayacak bir şekle bürünüyoruz.
Evlerimizdeki, ofislerimizdeki, özel hayatlarımızdaki görüntü inanın insanlık adına korkutucu, ürkütücü. Ama konuşurken insanlar bunları elde edebilmek adına yarış halindeler. İşte önce bireysel sonra aile olarak sonra toplum, millet ve ülke olarak ders çıkarmamız gereken bir yazı. Bir abimiz göndermişti. Bunu bugün dün sabah yaşadıklarım karşısında sizlerle paylaşmayı kendime bir borç bildim
……..
Beş yaşında idim. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu. Bir tanesi yere düştü. Babaannem eğildi, o bir pirinci aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu. Benimki de çocukluk işte,
-“Aman babaanne” dedim. “Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
-Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun dedi.
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
Aradan yıllar geçti.
Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in proposlarini okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım.
Alain, “bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur” diyordu. İlave ediyordu. “Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göz nuru, el emeği vardır” diyordu.
On dokuz yıl evveldi.
Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, tıraş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm. “Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun” diyordu.
Doğrusu hayretler içinde kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.
Birçok eşya üzerinde “İsveç çeliğinden yapılmıştır” diye yazardı.
İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.
İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur.
“Şu tarihte, su saatte, görevlilerimiz gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.”
Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir. Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler. Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;
-Şu andan itibaren Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.”
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.
Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak.
…………..
Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan boş yere akıtmakta, gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, ilkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.
Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı, bir at bir komutanı,
Bir komutan bir orduyu,
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..
Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.
SONUÇ: Bu örnekler güzel mi güzelde? Ne olacak peki bu güzel ülkemizin hali? Kim bize dur diyecek kim? Üretmeden tüketmeye, kazanmadan harcamaya daha ne kadar göz yumulacak? 10 milyon ekmeği daha ne kadar sokağa atacağız? Daha daha daha? Yeter be yeter! Kuldan utanmıyorsak, Allah'tan damı korkmuyoruz? Nurayiliği bırakıp tutumlu yaşamayı kim öğretecek bize? Vaziyet her kes halinden memnun! O zaman ne halt edersek edelim sonumuz perişan! Allah korusun böyle gidersek biz sürünmeye müstahak gibiyiz!”
………..
Yarabbim beni ve bizleri ıslah et.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Bizler Müslümanlar olarak keşke bankalardaki kredi notumuzu yükseltmeye çalıştığımız kadar Allah’ın rızasını kazanmaya çalışsaydık Rabbim bizi bugünkü gibi bankalara muhtaç etmezdi.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Meram Yeni Yol’da belediye otobüsünden inen üniversite öğrencileri duran otobüsün önünden karşıya geçmeye çalışmadıkları zaman daha iyi ADAM oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.