“Beybaba” Lakaplı Sahte Şeyh
Kamuoyunda “Uşşaki Tarikatı Şeyhi” olarak tanınan gerçek adı Eyüp Fatih Şağban’ın sahte şeyh ve tacizci olmasının yanında çok büyük bir sahtekar olduğu da gazete ve haber sitelerinde yer almaktadır.
Önceki yazımda sahte şeyh ve hocaların İslam düşmanı emperyalist güçlerin projesi ve amaçlarının, Allah(cc)’ın dinine hizmet eden tarikat ve cemaatleri halk nezdinde itibarsızlaştırarak İslam’ın öğrenilmesi, öğretilmesi ve yaşatılmasının engellenmesi olduğunu açıklamaya çalışmıştım.
O yazımdan sonra kıymetli bir hocamız bu faaliyetlerin sadece bugünün meselesi olmadığı ve sürekli olageldiğini, güvenilir bir kaynaktan nakledildiğine göre bu sahte şeyhlerden birinin de “BEYBABA” lakaplı Sadettin Morova olduğunu söyledi.
Ben de gündeme uygun düşmesi hasebiyle yazımda bu kişiye yer verdim.
Verdim; çünkü, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunların arka planında kimler ve amaçlarının neler olduğu iyi anlaşılsın, istedim.
Müslümanlar uyanık olmalı, bilip bilmeden tarikat ve cemaatlere yönelik ağır sözlerden kaçınarak emperyalist planların bir parçası durumuna düşmemelidir.
“Beybaba” ile ilgili hatırat uzun olup sadece birkaç husus ile sahte şeyhliği üzerinde duracağım.
Sadettin Morova Orman İşletme Müteahhidi bir kişi. Hatıratı nakleden de orman nakliyesi işini yapan müteahhidin oğlu. Anlatılanlar özetle şöyle:
Bayraklı deresinden nehre ve oradan Adana’ya kadar 4 ay gibi uzun bir zamanda 300 işçi ile indirilen keresteleri kuvvetli bir sel denize alır götürür.
Bir kısmı kurtarılsa da Orman İşletmesi müteahhidi Beybaba orman rüsûmünü yatırmamış olmasından sebeple kerestelere Orman İşletme Müdürlüğü el koyar.
Amele başı getirme ücretini almak için Ziraat Vekaletine müracaat edilir. Telgrafla ''Amele hakkı mahfuzdur, keresteler satılınca hakkınız verilecektir'' cevabı verilir.
Hatıratın sahibi olan zat bir gazetede ''Oyuncu bir Macar bar kızının bir buçuk milyon lira ile Türkiye’den Macaristan’a dönmekte olduğu'' yazısını görür.
Bu para o gün için çok çok büyük bir para olup bir kişiye verilmesi mümkün değil; ''bunda bir esrar var, Beybaba’dan sorayım'' diyerek gazeteyi eline alır Beybaba’ya gider.
Beybaba, ''ne o Mustafa'' diye sorar.
Gazeteyi göstererek ''Macar oyuncuya para bulunuyor, efendim bunu çözemedim. Ziraat Vekaleti bize amelenin hakkını veremiyor, parası yok, kerestelerin satılmasını bekliyor. Fakat Macar oyuncuya bu kadar para veriyor. Bunun sizin tarafınızdan çözülmesini rica ediyorum” der.
Beybaba, ''Çocuk seni gözüm tuttu, bizim işimize yarayacaksın ve ileride seni büyük adam edeceğim'' diye söze başlar ve şöyle devam eder:
''Oğlum bu milleti birinin kıçını koklamadan kurtarmak için evvela nefis ve şehvet yollarını açtık ve ilk olarak Macaristan’dan bin oyuncu çingene kızı getirdik. Bunların en ustası ile İstanbul’da Daru’l-bedayi adında (şimdiki Şehir Tiyatrosunu) açtık ve sanattır diyerek genç kızları teşvik etmeğe başladık.
Barlar açtırdık. Gazinolarda çalıştırmak suretiyle yavaş yavaş yerli halkın taassubunu kırarak sahnelere, barlara, gazinolara rağbeti temin ettik. Bugün artık, Macar çingenelerine ihtiyaç kalmadı yavaş yavaş gönderiyoruz. Ancak, giderken sırtlarındaki elbise ve pek cüz’i bir harçlıkla hudut dışı edildiler.
Fakat yerli halkı bu işe teşvik için birbuçuk milyon götürüldü, diye ilan edilir. Böylece, güzel kızları olan anne ve babalar özenirler, ''bizim kızımız yapamaz mı, yüz lira da mı alamaz, diye düşünerek adım adım yaklaşırlar.'' der.
Bu hale milleti getirinceye kadar bunun gibi birçok planlar tatbik ettiklerini söyler. Beybaba daha çok şeyler anlatır. Ayrıntılı olarak “nereyekoysam.blokspot.com” sitesinde görülebilir.
Beybaba lakaplı Sadettin Morova Selanik asıllı bir Yahudi dönmesi olup seferberlikten önce Adana’nın Karaisalı kazasında kaymakamlık yapmış birisi.
Çok zengin, her gittiği kahvehane ve lokantada herkesin parasını verdiği ve bu cömertliğinden dolayı “Beybaba” deniyor.
Beybaba anlatmaya devam ediyor:
“Ben tekkeleri kapatmak için Konya MEVLEVÎ tekkesine intisap ederek yemez içmez dervişlik yaptım, şöhrete ulaştım.
-Oğlum, yemez içmez adam yaşar mı?
Yaşamaz ama geceleri gizli yer, kimseye görünmezdim. Bir gün şeyhimiz öldü. Benim yemez içmez ve devamlı ibadetimden dolayı en ehil olarak şeyhlik makamına geçmemi uygun gördüler. ''postnişîn'' oldum.
Arkadaşları güzel idare ederek kendime bağladım. Ve yavaş yavaş işlemeye başladım:
''Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretlerinin o kadar büyük dereceyi kazanması, sohbet esnasında Şems-i Tebrizi ile şarap içti, bilahere nasuh bir tevbe edip bu dereceye erişti, bizim de aynı yolu takip etmemiz lazım.'' diyerek işledim.
Bir gün şarabı tekkeye soktum. Dışarda bu işi tezgâhlayanlar da vardı. Güzel kadınlar da hazırlandı. Şarap içince, tabii şişede durduğu gibi durmadı, sohbet kadınsız olmaz dedik, kadınları da tekkeye soktuk. Onlar da raks etmeye başladılar.
Kadınların raksı ile sema dedikleri, böylece birbirine karıştı. Kısaca tekke, meyhane ve kerhane haline getirildi.
Muayyen günlerde insanlara da bu durumu teşhir ettim. Sarhoş dervişlerle kadınların sema yapması, raksı, zıplamaları, hoplamaları derken tarikatın ahlâksızlık olduğuna seyircileri inandırdıktan sonra, bu durumda, tarikatların ve tekkelerin artık kapatılmasının gerekli olduğu hakkında rapor vererek MEVLEVÎ tekkesinden ayrıldım. Ve benim raporumla tekkeler, tarikatlar suçüstü yakalandı.''
Selanik asıllı Beybaba, bana dönerek devam etti:
''Oğlum kötülüğünü göstermeden kapatsak halk tepki gösterirdi. Buna mahal bırakmadık. Ben Selanikliyim. Bunları söylemekten maksadım beni tanımanızdır. Ben seni yanıma alıp yetiştireceğim.''
Bu Beybaba’nın; ‘Milleti, birbirlerinin kıçını koklamaktan kurtardık.'' demesi de cemaatle namaz kılmakmış meğer!
Bu bir hatırattır. Okuyanın inanıp inanmaması kendisine ait olmakla birlikte yaşananların bir tesadüf olmadığı da dikkate alınmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.