Dağlarca’nın Konyası
Ümraniye’den Kadıköy’e geçtim bir tatil günümde. Günlerden Pazartesi. Söğütlüçeşme durağında indim otobüsten. Birkaç gün önce duymuştum vefat ettiğini. Süreyya Operasında düzenlenecek tören sonrasında, cenazesinin Söğütlüçeşme Camisinden kaldırılacağını okumuştum. Otobüsten iner inmez önümde buldum cenaze arabasını. Cenaze namazı kılınmış, eller üzerinde kısa bir taşınmadan sonra arabaya yerleştirilmişti kırmızı-beyaz tabut. Kısa bir süre sonra ise ebedi istirahatgahı olacak olan Karacaahmet mezarlığına götürüldü.
İlkokul Türkçe kitaplarına girmiş ‘Mustafa Kemal’in Kağnısı’ şiirinden pek çoklarımız aşinadır ismine. 1914 yılında İstanbul’da doğar Fazıl Hüsnü Dağlarca. ‘Türkçemizin ses bayrağının’ 100 yıl yaşaması ümit edilirken, 94 yaşında veda eder hayata. Ali Çolak ‘Dağlarca, çocuklarca’ başlıklı yazısında “Kadıköyü’ndeki o mütevazı apartman dairesinden dünyanın bütün ahvalini izleyişi, genç şiiri yakından takip edişi ve her haliyle eski toprak olduğunu haber veren tavrı, onun daha uzun zaman hayat süreceğini söyler gibiydi” der. Mühürdar’da kendi isminin verildiği sokaktaki evine ziyarete gittiğinde, çıkışta sevinçle 100 yaşını göreceğini belirtir denemenin usta yazarı. Yaşasaydı bugünlerde 100. yaş gününü kutluyor olacaktık.-doğum tarihi 26 Ağustos- Dalya diyeceği o günde 100 şairin katılımıyla gerçekleştirilmesi planlanan bir ziyarette düşünülür evine.
Anne tarafından Konyalıdır ‘Çocuk ve Allah’ın yazarı. Çocukluğunun bir bölümünün geçtiği bu şehirde, annesinin isminin verildiği bir sokak da vardır. Kadriye Dağlarca Sokağı. Kürkçü Mescidinden yukarı doğru çıkarken soldan ikinci sokaktır. Bu sokak üzerindeki bir evde oturmuş olmaları muhtemel. Yaşadığı bu muhiti şöyle anlatıyor Dağlarca. “Sokaklar evimdi. Evim, sokaklardı. Demek istediğim evden çok sokaklarda yaşadığımdır. Kendi kendime karar verirdim. Altı yaşında bir turist gibi Konya’yı gezerdim. Hemen hemen her sokakta bulunan bir yatır, evliya kümbeti nedense beni çok ilgilendirirdi. Onlarla yakın bir akrabalık duyardım. Üzerlerinde yanan mumlar, kimi yarı, kimi küçülmüş, kimi bitmiş… Beni aydınlatırken başka çevrelerde olurdum. Evdeki yemek zamanını unuturdum. O çocukluk beni bugün bile etkiler.”Çocukluk günlerinin şiirine girmiş olması kaçılmazdır. Ablaları Tevfik Fikret’in Şermin isimli çocuklar için yazdığı şiir kitabını ellerinden düşürmezler. Küçük Fazıl’da böyle olunca Tevfik Fikret’i aileden biri sanır.
Babası Hasan Hüsnü Bey süvari yarbayıdır. Trablusgarp’ta görevliyken tayini Bağdat’a çıkar. Oradan ise İstanbul’a. Fazıl Hüsnü henüz bir aylıkken babasının tayini bu sefer Pozantı’ya çıkar. Daha sonra İran cephesinde görevlendirilmesiyle, ailesini yanında götürmez. Aile Konya’ya baba evine döner. Anaokuluna ve ilkokula burada başlar. Anaokulunda aldığı eğitimin yaşamında belirleyici bir rol üstlendiğini ifade eder. Bununla ilgili olarak şu anısını anlatır. “Bir gün uzun boylu öğretmenimiz bir elinde su dolu sürahi diğerinde bir bardak ile sınıfa girdi. Bardağı su ile doldurduktan sonra kalemin ucunu suya batırdı. Su koyu bir renkle bulandı. Bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdikten sonra şu soruyu sordu bize:
Bu suyu eski temiz durumuna getirebilir misiniz?
Hiçbirimizde ses yoktu, şaşırmıştık. Yanıt olarak sözünü sürdürdü öğretmenimiz. İnsanı kirleten iki şeydir: Birincisi yalan, ikincisi hırsızlık. Bunlara bulaşınca insan bir daha arınamaz, dedi çıkıp gitti.”
Delibaş isyanında, gece 12’den sonra evleri basılır. Garip bir tesadüf diye başlayıp anlattığı o günde ise; kendisine yaşamında ilk kol saati alınmıştır. Evin en güzel odası misafir odası olduğundan dolayı, yatarken saatini bu odaya bırakır. Gelenler evi talan etmişlerdir. Birçok değerli eşya ile beraber güzelim saatini de götürmüşlerdir giderken. Bu isyandan sonra hükümet alanında günlerce asılan isyancılar uzun süre Küçük Fazıl’ı ölüm üzerine düşündürtmüştür. Eserlerinin tohumunu Konya’da atan küçük Fazıl Hüsnü, arkasında bıraktığı 138 adet kitapla büyük bir şair olduğunu ispatlamıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.