Hayatımız Futbol
Türkiye’de ve dünyada şu sıralar birbirinden önemli gelişmelerin gerçekleşmesi ve hatta haritaları bile değiştirmeye aday olayların yaşanmasının fikir yorgunluğunu Ramazan’ın huzuru ve Dünya Kupası’nın oyalamasıyla geçiriyoruz. Dünya Kupası, bazen her şeyi 2 saatliğine unutmak için girdiğimiz sinemalar gibi bir etki yaşatıyor. Futbolun gücüne ve büyüsüne bir kez daha kapılmaktan zaten kim şikayet eder ki?
Dört yıl boyunca sabırsızlıkla beklediğimiz Dünya Kupası’nda sona Brezilya’sız yaklaşırken, Almanya hezimetinin etkilerini gördükten sonra futbolun aslında bir kültür haline geldiğini inkar edecek kimse kalmadı. Popüler kültür olan futbol, zamanla kitle kültürüne dönüşürken, bunda basının etkisini ve gücünü azımsamamak gerekir. Dünya Kupası gibi müstesna dönemlerin dışında da gazetelerin spor sayfaları, artık neredeyse sadece futbol haberleri veriyor.
Bugün artık spor basınından ziyade futbol basını diye adlandırabileceğimiz bir basın türü oluştu. Daha önceden sporun pek çok branşı üzerine bilgisi olan yazarların yerine artık yalnızca futboldan anlayan ve hatta bir kulüp üzerine uzmanlaşmış yazarlar ve muhabirler var. Basının futbola endeksli bu değişimi kendiliğinden gelişmemiştir.
Bu sektörde Süper Lig’deki farklı üç kentin profesyonel takımlarını takip etmek suretiyle geçen yıllardan sonra, çok eleştirilen “spor gazetesi değil, futbol gazetesi” yapmak için işin mutfağına girdiğimde sistemin bir parçası olmaktan başka seçeneğim kalmamıştı. Hazırladığım 8 sayfalık spor gazetesini gerçek bir “spor gazetesi” gibi hazırlamak adına ara sıra buz hokeyi veya tenis haberini manşete çıkardığımda derhal düşen tiraj ve öncelikle patrondan olmak üzre yapılan eleştiriler derhal futbolun gücünü galebe getirirdi. Bu yüzden Türkiye’de futbolun kitle kültürü haline gelmesinde basının rolünü irdelerken “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan” açmazına düşmeye mahal yok.
Bu sorunun içinden farklı yanıtlar da çıkarabilmek niyetiyle bu alanda hazırlanan akademik çalışmaların bir sonuca varamadığını görmek ancak durumun karmaşıklığını pekiştirdi. Bu okumalardan her ne kadar futbolun kitle kültürü haline gelmesinin tam sebeplerini çıkaramadıysam da; “Spor turizmi pazarlaması ve futbol takımlarının kamp yeri tercihini belirleyen etkenler”den, “Türk futbol antrenörlerinin tükenmişlik düzeyinin belirlenmesi” , “Türkiye’de futbol ve örgütlü suç ilişkisi”ne kadar pek çok ilgi çekici konuda en kısa sürede okumak üzere arşiv yaptım. Futbola başka açılardan bakmak açısından okumaya değer akademik çalışmalar oldukları için…
PARASIZLIKTAN BREZİLYA’YA GİDEMEDİK
2014 Dünya Kupası’nda artık sona yaklaşılırken Almanlar Brezilya zaferiyle kendilerini neredeyse kupanın sahibi gibi göre dursun, biz yine tam bir seyirciyiz ne yazık ki. Aslında Türkiye’nin Brezilya’da yer almamasının burukluğunu bundan 64 yıl önce de yaşamıştık. O zaman Türk Milli Takımı 1950 Dünya Kupası’na katılmaya hak kazanmasına rağmen, masraflı olacağı gerekçesiyle gidememişti. Elemelerde Suriye‟yi 7-0 yenen Türkiye, finallerin Brezilya‟da oynanmasına karar verilince, ülkenin ekonomik durumu nedeniyle kendisi için ciddi bir uzaklıkta bulunan bu ülkeye gidemeyeceğini bildirmek durumunda kalmıştı.
Dünya Kupası’na yalnızca 2 kez katılabilen Türkiye, ilk heyecanını 1954 yılında İsviçre’de yaşadı. Milli Takım, 7-2’lik Almanya yenilgisiyle bu kupaya veda etti. Bir sonraki Dünya Kupası’na ise Asyalı ülke olmayı kabul etmediğimiz için katılmadık. Katıldığımız 2. Kupa olan 2002 Güney Kore’yi ise hemen hepimiz hatırlar ve gurur duyarız. Oysa bundan bir önceki Dünya Kupası’nda, 1998 Fransa’da birkaç maç izledikten sonra yine bize has kendimizi aşağı görme duygumuzla 2002 bize hayal gelmişti. Takip ettiğim bir takımın Fransa’daki yaz kampı sırasında 1998 Fransa Dünya Kupası’nın heyecanını yerinde yaşamış, Türk futbolcularla izlediğimiz bu maçlarda onların sanki başka bir spor yapıyormuşçasına Dünya Kupası’nda oynamayı ulaşılmaz görmeleri takımdaki yabancı futbolculara tuhaf gelmişti.
FUTBOL DİN Mİ, SAVAŞ MI?
Bu mükemmel organizasyonu hayranlıkla izlerken aslında Türkiye’de de pekala yapılacağına kendimce inanmıştım. Bu dünyanın içindeyken genç yetenekleri gördükçe Türklerin futbola ilgisi ve yeteneği daima insana umut verir. Sonrasında sakatlıklar, yanlış tedaviler, tesislerle ilgili sorunlar, adam kayırmalar vs devreye girdikçe kendi kendimize kalitemizi düşürür, nice yetenekleri bozuk para gibi harcarız. Türkler’in futboldaki potansiyeli hiç de azımsanacak gibi değildir. Buna futbol sevgisini de ekleyince sonucun daha farklı olmasını, en azından her Dünya Kupası’nda yer almamızı beklemek hayalcilik değildir. Bunun için futbolu din yerine koymaya da, savaş olarak kabul etmeye de ihtiyaç yoktur.
HAKANLARIN MEZARINDA TOP OYNAYAN TÜRKLER
Bu sektöre kısa sürede girerek sistemin çarkının bir dişlisi olan Türkler’in futbol sevgisi ve ilgisi ile başarısı pek paralel gitmez. Beklenen başarıyı sağlayamamamızın sebepleri sıralanırken bunda futbola yeteneksizliğimiz ve ilgisizliğimize yer yoktur. Türkler’in futbola ilgisi sanıldığı gibi Osmanlı döneminde yasaklanıp bu alanda gayri Müslimlere izin verildiği için 1900’lü yıllarda başlamamıştır. Kaşgarlı Mahmut‟un, “Divân u Lügati‟t Türk” adlı eserinde “tebük”ten bahsedilir. Çin tarihleri yazar ki; Türk Hakanları, savaşa girmeden önce, sonucu yaptırdıkları futbol maçları ile öğrenmeye çalışırlardı. Maçın hakemi takımlardan birini niyet ederdi. Eğer niyet edilen takım galip gelirse savaş kazanılacak, kaybederlerse mağlup olunacak demekti. Maç kazanılınca, savaşa başlamadan önce, mabette her spor gibi futbolu temsil eden ilahenin huzurunda büyük merasimle bir beyaz at kurban edilirdi. Ölen Türk Hakanlarının mezarları önünde top oynanması futbolun taşıdığı kutsallığın derecesine bir ölçüdür.”
Tarih-i Timur’da Türkler’in kuzu postundan yapılma toplarla oynadıkları ve bu oyunda topa elle temasın yasak olduğu yazılır. Ali Ekber’in Hıtayname’si de benzer bilgileri verir.
Osmanlı döneminde futbolla daha ziyade gayrı Müslimlerin ilgilendiği, çünkü Türkler’e bu alanda izin verilmediği söylenir . Başlarda Rumlar, Ermeniler, İngilizler ve İtalyanlar’ın ilgilendiği doğrudur fakat II. Meşrutiyet döneminde esen özgürlük havasında şehirlerde yeni takımlar kurulmuştur. Bu harekete dünya savaşı engel olmuş, bir dönem futbol yine unutulmuştur. Cumhuriyet dönemiyle birlikte üç büyük kulüpler ve ardından kent takımlarının futbola ortak olması hepimizin bildiği yakın tarihtir. Futbola ilgisi ve sevgisi tartışılmayan, bu kültürü hakkını vererek yaşayan Türkiye’yi bir sonraki Dünya Kupası’nda izlemek dileğiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.