İLETİŞİMİN ÖNEMİ
Haklının hakkını haksız savunamaz. Hakkın olduğu yerde haksız barınamaz.
İletişim: “Kişiler arasında duygu, düşünce, haber alışverişi, bilgi ve haberlerin akla gelebilecek her türlü biçim ve yolla kişiden kişiye karşılıklı olarak aktarılmasıdır.” Eskiden beri yapılan bu basit tanım iletişim olgusuna bakış açısının da aynı oranda basit olmasına temel oluşturmuştur. Ezber bilgi olarak tanımını yapıp bırakabileceğiniz bir olgu değildir iletişim. Ezberlediğiniz bu tanımın arka planında yatan ‘kişilerin birbirlerini anlaması‘ cümlesinin derin anlamını hiçe saymak olur. İnsanlar arasındaki sırattır iletişim. Bu olgu bireyin kendini anlamasını, hayatın ona sunduklarını; mantıklı bir şekilde filtrelemesine, ondan aldıklarını ise tecrübeyle süslemesine yardımcı olur. Dönemsel olarak baktığımız zaman milenyum çağı denilen bu dönemde iletişimin anlamı derin bir şekilde sarsılmıştır. Duyguların ve düşüncelerin kağıda dökülüp dilde şahlandığı o anlam dolu dönemlere nazaran ne denli bir çöküş halinde olduğunu anlatmama gerek yok. Bunu zaten size en derin acılarınız anlatmaktadır. Evet o acılarınızdan bahsediyorum. Bir insanda yıllar geçse de kalan sızılar vardır. Asla yerinden oynamayan kök salmış sızılar… Aslında bu hassas olduğumuz ne kadar yönümüz var ise onların sebep olduğu problemlerin devamıdır. Hassas olduğumuz yerden aldığımız bir darbede çok acı çekeriz. Bu hayatın tüm alanlarında bilinen bir kuraldır. Hassas olduğu yerden yıkılır binalar ve inceldiği yerden kopar ip!
İnsanlığın temel dönemlerine gittiğimizde çok net bir durum görürüz: “Hayatta kalmak için savaşmak.”
Eski çağlarda şu an gördüğünüz, bildiğiniz hiçbir teknolojik cihaz ve sağlık ürünü yoktu. İnsanlar hayatta kalmak için savaşmak ve bazen insanüstü diyebileceğimiz çabalara girmek zorundaydı. Basit bir mekanizmaya sahip ve beynimizinde tam anlamıyla evrimleşmemiş şeklinde olduğu o dönemler de verilen bu çaba sadece hayatta kalmak ve neslin devamlılığı için girilen mücadelelerle sınırlıydı. O dönemlerdeki insanlar en son teknolojik silah olan dil kılıcını henüz keşfetmemişti. Doğa ile mücadele etmekle kendini sınırlamaktan başka bir çareleri yoktu. Doğa ile mücadelenin kuralı çok basittir. Güçlü olan güçsüzü yener. Zamanla insanlık belli adımlar atıp refaha ermeyi ve daha huzurlu bir yaşantı geçirmeyi umdu. Umduklarını da yüz yıllar sonra buldular fakat daha sonra anlam veremedikleri bir şey oldu… Dili kullanmak ve çeşitli sesler çıkararak iletişim kurmak… İşte insanlığın asıl savaşı olacak ve kıyamete kadar sürecek olan o savaşında başlangıcını attılar. İnsanın insanla mücadelesi…
Psikolojinin temellerine indiğinizde bir çok ruhsal hastalığın sebebinin iletişim bozukluğundan kaynaklandığını görürsünüz. İletişim kurmanın sadece ağzı oynatıp çeşitli sesler çıkarmakla olmadığını bilmek gerekir. Evet iletişimde en derin sızılara neden olan sözcüklerin önemini ne yazık ki insanlık olarak hâlâ çözmüş sayılmayız. Duygu ve düşüncelerin empati süzgecinden geçirilerek ağız yoluyla dışa aktarım sürecinden bahsediyorum. Şimdi düşünmenizi istiyorum. Düşünün… Depresif bir moda girdiğiniz, hüzün dolu veya acı çektiğiniz dönemleri düşünün. Bu dönemleri size yaşatan kendiniz mi oldunuz yoksa başkaları mı? Yaşadığınız o dönemleri düşündüğünüzde aklınızdan sürekli başka insanların size yaşattığı durumlar geçmiş olmalı, değil mi? Belki bir arkadaşın kırıcı üslubu, belki bir akrabanın fevri yorumu, belki de aşık olduğunuz insanın o yıkıcı tavrı… Tabiki de her acı iletişim temelli olmayabilir. Derinden sevdiğiniz, değer verdiğiniz insanların kaybında yaşadığınız acılar yaradılış gereği olması gereken bir durumdur. Buna ne yazık ki engel olmak insanın yapabileceği bir şey değildir. Benim burda bahsettiğim şey insanın hayatını kolaylaştırmak için bulduğu ve sonra hayatları yok edecek kadar kötü kullanılan sözcüklerdir. Şimdi konumuza geri dönecek olursak sorumu tekrar yineleyeyim. ‘Bu dönemleri size yaşatan kendiniz mi oldunuz yoksa başkaları mı? ‘Birçoğunuz cevabında hep başkalarının gizli olduğunu biliyorum. Ama insana en derin acıları yaşatan buna izin veren kişi kendisidir. Size öğretildiği ölçüde düşündünüz, bu doğru bilinen yanlış cevapları. Anlamlı iletişimin temelini bireyin kendi iç dünyasını anlaması ve kendini tanıması oluşturur. ‘Herkes kendi kapısının önünü temizlerse, bütün mahalle tertemiz olur.’ Bu atasözü ne demek istediğimi daha iyi anlatmama yardımcı olabilir. Ve unutmayın “Kendini yarım bırakan asla bir başkasına tam olamaz…”
Günümüzdeki iletişim ağının genişlemesi ne yazık ki anlamlı iletişimin önündeki en büyük engel olmuştur. Yüz yüze kurulan, ses tonunun etkisinden ve beden dilinin muazzamlığından uzakta saygı, vicdan, empati gibi birçok erdemin yok olduğu bir sistemin içerisinde kaybolmaktayız. Robotlaşmış ruhlar ve mekanikleşmiş beyinlerin öğrettiği, yanlış iletişim yöntemlerinin egemenliğinde, birçok doğru bilineni unutmaktayız. Yaşanılan o derin acıların insanlık kaybından kaynaklandığını söylemek heralde yanlış olmaz. Bir birey olarak kendinizi tanımlamadan önce insan olmanının tanımını bilmek gerekir. Önce insanın tanımını yapıp daha sonra kendinizi değerlendirdiğinizde insanlığın tam olarak neresinde olduğunuzu anlayabilirsiniz. İnsan olmak kendi değerleri için kendi amaçları için başka insanları hiçe saymak değildir. İnsan olmak kendinden farklı insanların varlığını kabul etmek, onları anlamak, empati kurmak, vicdanlı olmayı ve bazen de kendinden ödün vermeyi gerektirir.
Kendinle olan iletişiminde her zaman başarılı olamayacaksın. Bu imkansızdır. Bazen yıkılacaksın daha sağlam kalkabilmek için. Bazen yanlış yola sapacaksın doğru yolun anlamını bulmak için. İmkansızları umup imkanları görmezden gelen insanoğlunun hazin mücadelesini görmekte ve yaşamaktasınız. Hassas olduğu noktalardan vurulmak istemeyenlerin sürekli o hassas yerlerinden vurulması ne kadar ironik değil mi? Bunu birçoğunuz yaşamıştır. Korktukların; bazen susmaman gereken yerlerde sustuğun için başına gelir, bazen de susman gereken yerlerde susmadığın için. Sorunu daima karşı tarafta bulanların en büyük problemi de budur. Hassas noktalarından kaçmak…
Hassas olmak insana ait bir erdemdir. Bu erdemi kabul ettiğin ölçüde daha sağlam, hassas noktandan darbe aldığın ölçüde daha güçlü olursun. Ve bir gün o kadar güçlenirsin ki hassas noktan hiçbir olumsuz sorun karşısında eskisi gibi sızlamaz. Korktuğunu biliyorum. Dayanamayacağını düşündüğünü biliyorum. Gerçeklik ve sergileyeceğin cesaret daha azını götürür düşüncelerinin esirliğinde yaşayacağın acıların, hüzünlerin, ön yargıların senden alıp götürdüğü şeyleden. Çocuğunun başına bir şey geleceğini düşünen ebeveynin sürekli onu kısıtlaması, yanından ayırmaması, vereceği kararları kendi şekillendirmesi; ebeveynin hayatı boyunca kendini esir etmesine sebep olur. Ebeveynin kendine zaman ayırmayıp sürekli endişe içinde yıllarını geçirmesi ondan birçok şey alıp götürdüğü gibi mutlu olmasını istediği çocuğunun da aynı ölçüde mutsuz olup hayatı boyunca ailesine bağımlı olarak yaşamasına neden olur. Bahsettiğim ebeveynin hassas noktası çocuğudur. Yapması gereken ise çocuğuna düzgün bir eğitim verip hayatın sıkıntılarını kendi yaşayıp öğrenmesine olanak sağlamaktır. Aşık olduğu kişiyi kaybetmek istemeyen bireyin yıllarca kendi değerlerini hiçe sayıp sırf onun mutluluğu için çabalaması, endişelenmesi bireyin ruh sağlığını kötüye götüreceği gibi korktuğu yani hassas noktası olan sevilme ve önemsenme ihtiyacının da karşılanmamasına sebep olur. Yapması gereken ise kendi değerlerini sunup karşı tarafın kabul etmesini beklemektir, tıpkı kendisinin onu kabul ettiği gibi. Birçok örnek verilebilir bununla ilgili. Hayatınızda yaşadığınız kayıpları ve biten ilişkileri düşündüğünüz zaman eminim buna benzer bir çok durumu daha iyi analiz edebilirsiniz.
Son olarak başta yazdığım; ‘Haklının hakkını, haksız savunamaz. Hakkın olduğu yerde haksız barınamaz.’ cümlesinin anlamını açıklamak isterim. Tüm iletişim becerilerine sahip biri olsan bile bazen aşamayacağın ve yarım bırakıldığın durumlar olur. Tüm çabalarının kifayetsiz olduğunu ve acılarının çözümsüz olduğunu düşünürsün. İşte tam da bu an da iletişimin en büyük kozu olan susma eylemi ortaya çıkar. Artık ceketini alıp o kişiyi, işi veya ortamı terk etmen gerekir. Haksızlığa uğradığını ve haklının daima kaybettiğini düşünürsün. Evet haksızlığa uğradığın doğru ama haklı olan asla kaybetmez. Haksız olan kişi kazandığını düşünebilir, şeytanına, ön yargısına teslim olmuş olabilir fakat insanların kurduğu sistemden daha büyük, derin ve anlamlı olan bir sistem vardır. İlahi adalet… Kılıç darbesinden daha keskin olan dil darbesine vesile olan kişinin hassas noktası hatalarını kabul etmemesi veya insanları görmezden gelmesidir. Ve elbet vurulacağı noktası da o hassas yeridir. Sen kendini doğru bildiğin, kendine değer kattığın, insanların engellemesine rağmen pes etmediğin o yoluna devam etmesini bil. Bu senin için daha güçlü, daha yıkılmaz ve daha körükleyici olacaktır. Asla sana zarar veren insanın zarar görmesini de isteme. Çünkü bu, insani değerlere engel olacak kin ve nefret duygularını körükler. Kin ve nefretin tek zarar verdiği kişi ise yine bireyin kendisidir.Bırak haksızın hakkını, hak kısıtlasın.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.