Kimi seçersiniz?
Günümüz sosyal hayatında genç erkek ve kızlarımıza bir anket yapılsa; ne olmak ister, kime benzemek veya nasıl bir karşı cinsle birlikte olmak istersin dense nasıl cevaplar alınır hiç düşündünüz mü?
Haydi soru seçeneklerini genişletmeden, İslam dünyasından üç bayan ismi verelim. (Müslüman bir ülkede yaşıyor ve Müslüman olduğumuzu söylüyoruz ya) Hz Züleyha, Hz. Meryem, ve Hz Hatice. “Aaaa onlarda kim” diyerek tanımadıklarını söyler genç kızlarımız ve genç erkeklerimiz. Kim olduklarını anlatsan, erkeklerimizde saydığımız bu üç insana benzeyen bir bayanla birlikte olmak ve evlenmek istemez. Ama Jennifer Lopez, Shakira, Kim Kardashian desen, kızı da, erkeği de, soyuna sopuna varıncaya kadar anlatır, elinde makyajla kapattığı doğum lekesini bile bilir. Bilmeyen kültürsüz, gerici olarak tasvir edilir. Çağdaşlığımız ve medeniyet ölçümüz bunların gece hayatını bilmekten geçiyor artık. Kim bu hafta kiminle, kim kimi kimle aldatmış, dedikodu, gıybet ve zinalara şahitlik eder olmuşuz. Çünkü televole kültürüyle yetişmişiz, akşamımızın tüm zamanını kitap okumadan, sohbet etmeden, ünlü yerli ve yabancı artistlerin kimlerle nasıl lüks içinde (aslında lüks sanıp nasıl bataklıkta olduklarını görmeden) yaşadıkları algısı verilerek uyutulmaktayız. Dede nine, anne baba ve torunlar hepsi bir arada bunlara kilitlenmiş, “ilk kız mı oğlanı aldatacak, oğlan mı kızı” derdinde. Torunlar, çocuklar elden gidiyor, uyuşturucu bataklığına sürükleniyor, çetelere katılıyormuş, kimin umurunda.
Bir dönem, Halit Ziya Uşaklıgil’in bir filmi olan Aşk-ı Memnu ile uyutmadılar mı, ahlaksızlıklarını bize dayatmadılar mı? Aşk-ı Memnu ne diye sorsan anlamını bilmezler. Haydi Türkçeden Türkçeye tercüme edelim, “yasak aşk.” Bu filmle aile içi ensesti evlerimize kadar getirip, her şeyi mubah göstermediler mi? Yıllarca bitmez tükenmez bir “yalan rüzgârı” denen yabancı bir dizi filmiyle ahlak ve inanç sistemimizin köküne dinamit koymadılar mı? “Evladım yalan söyleme” diye sözde telkinde bulun, sonra yan yana oturup yalan rüzgârını seyredin. “Evladım kimsenin karısına kızına ve namusuna laf etme, yan gözle bakma, her şey maddiyat değil” diye öğüt verin, sonra her türlü entrikanın döndüğü, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan “ Dallas” dizisiyle büyütün çocuklarınızı.
Günümüzde farklı mı? Dizilerde ki okullar farklı, hiç gerçekle alakası yok. Sözde aşklar, aşkın ne olduğunu bilmeden kavgalar, okul kırmalar(!) bunalımlar, daha 15 yaşında ki çocuğun lüks özentisi ve özgürlük adına evden ayrılma isteği, anne ve babaya karşı gelişi. Konuşma şekilleri değişmiş, her şey argolaşmış. Bye, hi gibi İngilizce terimler olmuş çağdaşlık. Babalar olmuş babişko, sanki oyun köpeği. Hepsi gözümüzün içine sokuluyor, algı yönetimiyle uyuşturuluyoruz. Sonrası mı? Kız depresyonda, oğlan ergenlikte, geçiş dönemindi. Oğlan gelmiş 16-17 sine, hala geçiş yaşıyor. Ne bitmez depresyon ve ne bitmez geçiş dönemiymiş be kardeşim.
Kaçımız akşamın belli saatinde televizyonlarını kapatıp kitap okuma, sohbet etme saati olarak kendimize ve çocuklarımıza zaman ayırıyoruz. Kaçımız erdemli insan yetiştirmenin temellerini atmak için çocuklarımızla konuşuyoruz. Mümkün mü televizyonu kapatmak, mümkün mü bir saatte olsa o televole kültüründen(!) kendimizi mahrum etmek.
Dur hele daha sırada vahşi hayat belgeseli var. İnsanların arkasından kuyuların kazıldığı, yenmek için her şeyin mubah olduğu, kim kimi eleyecek ve arkasından ne konuşacak, onu bir izleyelim, sonra kapatırız. Orada vatan kurtarılmasa da ada kurtarılıyor. Ünlülerin veya ünsüzlerin şerefi kurtarılıyor. Onları bir seyredelim, sonra kapatırız diyorsun, saate bir bakmışsın gece yarısını geçmiş. Bizi tankla, tüfekle yok edemeyeceğini anlayan batı dünyasının, gizli sponsorluk yaptıkları medya aracılığıyla yıkıma çalışmasına alet oluyoruz. Ne kadar Ahlaksızlık varsa hepsini uygulayarak yıkımın temellerini oluşturuyor, özümüzden ayrılıp yozlaşmamıza neden oluyorlar.
Diğer kanallarda milli ve manevi değerlerimizi hatırlatan Kurtuluş savaşı veya Çanakkale geçilmez oynuyor. “Aman canım kim izleyecek, orada onbeşlik delikanlıların vatan için toprağa düştüğü resmediliyor, ne entrika var, ne de dedikodu. Olmuş bitmiş bir savaş. Nasıl olsa her sene tekrarlanıyor” diyecek kadar maneviyattan ve tarihimizden uzak. Siz devam edin vahşi hayatın vahşileştirilmiş kurgulu programlarını seyretmeye.
Bir konferans izlemiştim. Konuşmacının anlattığı bir anket karşısında hayretimi gizleyemedim. Çocuklar arasında yapılan bir ankette ki soru; “babanızı mı evden atalım, televizyonu mu?” Çocukların %93’ü babalarının evden atılmasını istemiş. Ağlanacak halimize güldüm. Çünkü çocuk, televizyonu babasından daha çok görüyor, babasından almadığı terbiyeyi(!) ve eğlenceyi televizyondan alıyor.
Eskiden çocuklar terbiyeyi, dede dizinde, ana kucağında öğrenirmiş, gördüklerini hafızalarına yerleştirip gelecekleri belirlenirmiş. Şimdi evlenen gençler aileleriyle birlikte oturmaktan uzaklaştıkları için, çocuklarda eğitim ve terbiye alacağı dededen mahrum, anne baba işte, kendisi akşama kadar televizyonun uyutucu reklamları ve uyuşturucu çizgi filmleriyle yetişiyor, görgü ve edepten uzak kalıyorlar. Ve sonrasında siz, bu çocukları gördükçe “bizim zamanımızda böyle değildi” diye hayıflanıyorsunuz. Doğru, sizin zamanınızda eğitici ve öğretici olan televizyonlar değil, aile yapısından aldığınız terbiye vardı.
Bende çıkmışım, yazıma “Kimi seçersiniz” diye başlık atmışım. Demek ki hangi erdemli kadını konuşacağımızdan önce, hangi erdemsiz filmlerle, televole ve televizyon kültürüyle çöküşümüzü resmetmek varmış yazımızda.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.