KIZILDERİLİLER
Kızılderilileri kovboy filmleri ile tanıdık.
Saçları uzun, yüzleri boyalı, kafalarında kartal tüyü olan, vücutları yarı çıplak, savaşırken ok atan, barış çubuğu denen uzun pipo içen, içkiye ateş suyu diyen, ata eğersiz ve çok iyi binen, izci gibi doğayla iç içe olan, savaş naraları atan, savaşçı, çadırlarda küçük kabileler halinde yaşayan, liderlerine reis veya şef denen, kabilenin doktorluğunu yapan ve ulu manitu ile bağlantı kuran kişisine şaman denen, vahşi(!) insanlar.
Apaçi, Çeroki, Çeyen, Mohikan, Mohavk, Kiova, Siu, Navaho, İova, Crov, Crek gibi Kuzey Amerika; Aztek, Toltek, İnka, Maya gibi Güney Amerika kabilelerinin isimlerini filmlerden duyarız. Bu isimler güç sembolleri olarak savaş helikopterlerine, spor arabalarına ve silahlara da verilmektedir.
Dünya onları “natives (yerliler), indians (Hintliler), redskins (Kızılderililer)” olarak tanıdı, öğrendi. Natives Amerika’nın yerli halkı olmasından dolayı, indians Kristof Kolomb’un gemileriyle Hindistan’a gittiğini sanmasından, redskins ise esmer tenlerinin Avrupalılar tarafından kızıl olarak adlandırılmasından dolayıdır.
Filmlerden tanıdığımız bu insanları sevdik. Bunun için sebeplerimiz vardı.
Mesela… Biz Türkler taraftarlığımızı genelde mazlumdan, ezilenden yana kullanırız. Filmlerde aşağılanan, ezilen Kızılderilileri sahiplendik. Mesela… Kapitalizmin yaşam şartı olarak insanlar köylerden şehirlere göç ettikçe, köy ve doğal hayat özlenir oldu. Kızılderililerin doğa ile iç içe olan yaşam tarzları içimizi ısıttı. Mesela… kısa, öz, davudi ses tonlarıyla hitapları bizi büyüledi. Mesela… ki Kızılderilileri sevmek için bu bence en önemli sebep, toplumumuz ortak atalardan geldiğimize inandı… İnternet ortamı bu inancı çığ gibi büyüttü.
Ortak atalardan geldiğimize inanmak için pek çok soyut ve somut sebep vardı…
Kan-gen olarak bilimsel iddialar ortaya atıldı. Halihazırda Orta Asya’da yaşayan Türkler ile Kızılderililerin vücutları aynı mikroplara karşı aynı direnci gösteriyor veya aynı zaafiyeti sergiliyordu. Saçları düz ve siyahtı. Bizim Toroslardaki yörükler gibi gözleri hafif çekik ve tenleri esmerdi. Çocuklarına aynı şekilde isim veriyorlardı. Daha doğrusu çocuklar kendi isimlerini kendileri hak ediyordu. Doğayla özdeşleştirilen yakıştırma isimlerdi. Kilim kültürü ortaktı. Aynı renkler, aynı motifler kullanılıyordu. Hatta kilime renk veren boyalar aynı bitki köklerinden yapılıyordu. Hayvanlar ve bitkilerinde insanlar gibi değeri vardı. Bozkurt önemli bir semboldü. Bizdeki Ergenekon Destanı onlarda Kapaktokon olarak geçiyordu. Dil olarak da çok ortak kelime vardı. İslam öncesi eski Türk kültüründeki Yaratılış Efsanesi ile Kızılderililerin Yaratılış Efsanesi de birbirine çok benzer. Hatta bir sahur programında Ömer Döngeloğlu’nun bu Yaratılış Efsanesini bir İslam bilgisi olarak aktardığını hatırlıyorum.
Asya kıtası ile Amerika kıtasının yakın olduğu yerin adı Bering Boğazı’dır. Yaklaşık 92 km’dir. Bu boğazın, uzun yıllar evvel tüm kara parçası olduğu iddia edilir. Kıtalar ayrışmadan evvel iki kıta bir bütünken bazı kabilelerin buradan geçtiği söylenir. Ya da kıtalar ayrıysa bile aranın buzul olduğu, bu buzulun üzerinden karşıya geçildiği iddiası da vardır. Ya da Asya tarafından bir ağaç, akıntılarla karşıya, Amerika’ya gitmektedir. Asya’dan Amerika’ya göç için benzer tezler vardır.
İspanyol ve Portekizlilerle başlayan Kızılderili katliamı diğer Avrupa ülkeleri tarafından da devam etmiştir. Bu vahşilik ABD kurulduktan sonrada devam etmiştir. Bazı Kızılderili kabileleri tamamen ortadan kaldırılmış, bazıları da öz kültüründen çok şey kaybetmiş ve tam Amerikalılaşamamış, arasatta kalmıştır. Bu konuda en çok direnen Kızılderili reisi Oturan Boğa bir efsane olmuştur. Beyaz Adam denen Amerikan insanı bu vahşiliğinin bilinçaltı ezikliğini bugün de çok uzaklarda başka vahşiliklerle devam ettirmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.