Kusura Bakmayın
Bakmak, hayata dair tüm öngörülerimizin temelini oluşturur aslında. Çünkü ilk olarak göz teması ile iletişime geçeriz çevremizde bulanan herkesle ve her şeyle. Tüm zanlarımız bakışımızla şekillenir. Daha doğrusu baktığımız açıyla.
Beğendiğimiz, beğenmediğimiz her şey tamamen baktığımız yönle yerleşir hayatımıza. Karşıda gördüklerimizi ya da göremediklerimizi hesaba koymak yerine istediğimiz kılıfı giydirip üzerine birde önyargı paketini bağlayıp öyle koyarız rafa.
Baktığımız açıyı değiştirmek şöyle dursun kendi haklılığımızı anlatırız da anlatırız. Bakmak eyleminin aslında görmenin en sığ hali olmasından habersiz o pencerenin manzarasından bir türlü kopamayız. Arada o pencereyi kapatıp diğerini açmak ya da en azından varolanın tozunu almak gelmez aklımıza. Diretir de diretiriz.
Tüm bunlar bi yere kadar insanı ve haddi aşmadığı müddetçe kabul gören eylemler ama ya kusur... O başka...
Baktığımız her olayda, muhatap olduğumuz her insanda kusur bulmaya başlamışsak durum artık farklı bi yere evrilmiş demektir. Bakma eylemi boyut değiştirmiştir bir bakıma. Bakın ne diyor sevgili Senai Demirci:
“Kusur görenindir. Çünkü kusurun varlığı insanîdir; kusurun gözlenmesi şeytanîdir.“
Cümleyi okuduğunuzda sizde irkildiniz mi bilmiyorum. Bana göre çok açık bi o kadar da sarsıcı. Beşeriz elbet hatalarımız, yanlışlarımız, kusurlarımız var ancak onu aramak bambaşka bir durum. İnsani boyutu aşan nefsi daha da kırbaçlayan bir oluşum.
Bunca eksiğimizi kapatan varken onu ortaya çıkarmaya çalışmak kime kalmış?
Kaldı ki sütten çıkan her kaşık ak mesela arkada bıraktığın o sütün rengi değil mi?
Şapkamızı önümüze koyup daha çok kafa yormak gerekmez mi?
Demem o ki her şeye bakalım da kusura bakmayalım.
Sevgi ve saygı ile...
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.