NEREDEN NERELERE GELDİK?
REFİK Halid Karay, Türkçemizin en kıvrak kalemlerinden… Yazma iştiyakındaki herkesin onu okuduğunda çok dersler çıkaracağı, üslubunu bulmada istifade edeceği en önemli yazarlardan. Böylesine nitelikli bir kalemin gençlerimiz arasında yeterince tanınmadığı, kıymetinin bilinmediği ve dahi yeterince okunmadığı herkesin malumu. Zaten yeterince okumayan gençlerimiz ne acıdır ki zaten Reşat Nuri Güntekin ve Halit Ziya Uşaklıgil’den başkasını bilmiyor. Neden Güntekin ve Uşaklıgil derseniz televizyon dizilerimiz sağ olsun derim. Malumunuz günümüzde neleri okuyacağımıza, hangi yazarlara daha bir kıymet vereceğimize televizyon karar veriyor artık. Ne kadar nitelikli olursa olsun bir yazarın bahsi televizyonda geçmiyorsa insanların gündeminde de olmuyor maalesef.
Böylesine hazin bir ortamda İnkılap Kitabevi güzel bir iş kotararak, Refik Halid’in eserlerini aslına sadık kalarak yayınlıyor, bu büyük yazarın herkes tarafından bilinmesine ve okunmasına imkan sağlıyor. Üstelik gençlerin de yararlanması için bazı kelimeler dipnotlarla açıklanmış. Yazarın özgün üslubunu tek bir kelimenin dahi bozabileceğini düşünürsek, çalışmanın şekli şemali daha net anlaşılacaktır sanırım.
***
EDEBİYATIMIZIN bu büyük kaleminin en verimli 22 yılı sürgünlerde geçmiş, nedeni ise siyasi yazılarıdır. Milli mücadeleye karşı olması, devrinin en çok okunan gazete yazarı iken Sivas Kongresi’ne katılanlara ‘ Sivas kuzuları ve Ankara keçileri’ diye hitap etmesi kendisi için kaçınılmaz sonu hazırlayacak, meşhur 150’likler arasında bulacaktır kendini. Sonraki zamanlarda Mustafa Kemal tarafından affedilip yurduna dönse de, unutturulmaya çalışılan bir kaleme dönüştürülecek olan Refik Halid’in Karay Yahudilerinden olması hasebiyle çıkan acımasız dedikodu ve ithamlar da işin tuzu biberi olacaktır. İnternette kısa bir gezinti yaptığımızda kendisi hakkında yapılan yorum ve karalamalar, akıl almaz sınırlara ulaşmıştır. Bütün bunlar elbette ki, onun kıvrak kaleminin, edebi niteliğinin, Türkçe’yi kullanmadaki muazzam yeteneğinin önüne geçemeyecektir. İşte elimizdeki Üç Nesil Üç hayat adlı İnkılap Yayınları’ndan çıkan 230 sayfalık eseri de onun gazete yazılarından derlenen, yer yer mizahi, yer yer de düşündüren üslubuyla okunması lazım gelen, bizleri eski zamanların daha sade, daha naif, daha samimi güzel günlerine yolculuğa çıkaran bir denemeler numunesi.
Üç nesil Üç Hayat’ta Karay; Abdülaziz, Abdülhamid Han ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki toplumumuzun yemek, eğlence, ramazanlar, kadın erkek ilişkileri, görgü kuralları gibi gibi daha pek çok sosyal unsurunu gözlemleyerek usta gazeteci tarzında anlatıyor.
***
Hayat zaten zordur. Yazıların kaleme alındığı tarihte devletin içinde bulunduğu durum, zorluklar ve yoksunlukları da göz önünde bulundurulduğunda, gündelik hayatların, kültürel dönüşümlerin Karay’ın kaleminden mizahi ve keyifli bir üslupla gözler önüne serilmesi farklı bir anlam kazanacaktır.
Özellikle Abdülaziz döneminde anlatılan olaylarda insanların saflığı, dürüstlüğü içimizde adeta ciğer delen yaralar açmakta… Bu yara; önce Abdülhamid döneminde, nihayetinde de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kökten dönüşümlerle kabuk bağlar. Toplum artık geri dönülme imkanı olmayan bir yola girmiştir. Yemek alışkanlıklarımız, zarif davranış ve tutumlarımız, saygılı ve ölçülü konuşmalarımız, sevdiğimize şimdi olduğu gibi kolayca ulaşamamız neticesinde gelişen saf ve tertemiz iletişim şekillerimiz artık yok ve bundan sonra olmayacak da…Yaşananlar tatlı ve güzel hatıralar olarak kalacak artık, ebediyen...
Mesela, komşu oğludur genelde sevdiğimiz, çünkü dışarı çıkmak, hoyratça dışarılarda gezmek ailelerin pek de izin verdiği davranışlar değildir o zamanlar. Bir kız komşu oğlunu severse, aşkını belli etmek için pencere önüne bir parça kuru ekmek, bir limon ve bir kömür parçası koyarmış. Delikanlı bunları görünce anlarmış ki, komşu kızı kendisinin aşkıyla kömür gibi yanmış, limon gibi sararmış ve ömrünce kuru ekmek yemeğe razıdır. Böyle ince ve anlamlı çağrışımların, günümüz keşmekeşinde bir karşılığı olabilir mi! Hele nam-ı değer Cadıbostan,yani günümüz İstanbul’unun bir semti Caddebostan’ı anlatan ‘Bir Semtin Metamorfozu’ yazısı ne muhteşem bir şehir yazısıdır ve dahi yüzümüzü güldüren mizah şaheseridir.
Cemal Paşa ile görüştüğü anı anlatan satırlarda da gülmekten, yanında da, duygulanmaktan kendimizi alamayız: Dahiliye Nezareti makam odasına girince, ilk işim, heyecanımı yenerek yüzüne bir göz atmak oldu. Tamam, ta kendisiydi, o idi; yalnız fotoğrafındaki kadar iri, sert, korkunç görünmüyordu. Bana ayağa kalkmış olmamak için ayakta duruyordu, niyeti görüşmeyi kısa kesmekti. Fakat yer göstermediği halde, masa karşısına dizili sandalyelerden birine şaşkınlıkla çöküvermeyeyim mi? Etikete uymayan bu hödükçe hareketimi, kendisi de koltuğuna oturmak suretiyle ustaca idare etti, lakırtıyı benden bekledi. Hiç de dürüst ifade sayılamayacak cümlelerle, tutuk, ve kekeme, bir şeyler mırıldandım. Boşuna kendimi aldatmaya lüzum yok; gönül , seve seve girmediğim böyle resmi dairelerde ve makam sahipleri önünde acınacak kadar beceriksiz, görgüme ve zekama uymayacak derecede mıymıntı idim. Cemal Paşa, içinden şöyle demiştir : ‘Bu çocuk hiç de mi gün görmemiş, edep ve erkan öğrenmemiş, adam arasına girmemiş? Halbuki kalemi eline alınca kelimeleri terbiyeli maymuna çeviriyor: cümlelere intizamla geçit resmi yaptırıyor ve dünyaya dürüst hareket öğretmeye kalkışıyor.’
‘Üç nesil Üç Hayat’ta burada anlatamayacağım kadar çok renkli ve naif yazıyı hitama erdirince yukarıda bahsettiğimiz siyasi yazılarına ve Yahudilik zannına gösterilen tepki ve duyulan kinin ne kadar gereksiz ve boş olduğunu bir kez daha iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.