Kurgu okuma ve yazma kılavuzu
Kurgu eserlerin insan hayatına pek bir şey katmadığı, hatta belli zamanlarda roman okumanın başta genç kızlar olmak üzere insanlara ahlâkî bakımdan zararlı olduğu gibi anlayışların boş olduğu neyse ki benimsendi. Hakikat anlaşıldı anlaşılmasına lâkin idrak edilebildi mi doğrusu emin değilim.
Romanın insana bilgi ve görgü anlamında bir şey katmadığı iddiası, eğer ki kurgu eser yalnızca ne olup bittiği, merak edilen unsurların neticesini öğrenmek maksadıyla hızlı/üstünkörü çok hızlı bir okumayla gerçekleşiyorsa doğrudur. Böyle bir yaklaşımın bireye tek faydası çeşitli ortamlarda heyecanlı vakalar anlatan bir kişi olmayı sağlamasıdır. Dostoyevski’nin ‘İnsancıklar’ı üzerinden somutlaştıralım…
Dostoyevski’nin 20’li yaşlarında kaleme aldığı ilk romanı ‘İnsancık’ları az önce ifade ettiğimiz şekilde bir okumaya tabi tutarsak ele geçecek olan şudur; birbirini gerçekten seven ve aralarında epey yaş farkı bulunan Davuşkin ve Varvareva’nın maddi zorluklara yenik düşen aşklarının hikâyesi.
Halbuki ‘İnsancık’ları derin bir okumaya tabi tuttuğumuzda çıkaracağımız pek çok hayat dersi vardır; Babanın ölümüyle sarsılan, annenin ciddi hastalığı ve genç bir kızla neticelenen aileye sonradan yardım eden akrabanın asıl amacı nedir? Gerçekten çok sevdiğimiz birine bolluk içindeyken epey bir para harcamak, durumunu iyi göstermek, ilerleyen safhalarda her şeyi nasıl bir çıkmaza sokar? İnsanın itibarını yitirmek hayatında ve çevresinde ne gibi köklü değişikliklere sebep olur? Hayatımızın merkezine koyduğumuz ve uğruna çok şeyler feda ettiğimiz, her bakımdan mükemmel bir hayata sahip olduğunu göstermemiz son tahlilde hayatımızı adadığımız bir değeri olabilecek en iğrenç şekilde insana neleri kaybettirir? Kendimizden zor durumdakileri görmemek, paylaşımcı olmamak neden çok ama çok mühim bir haslettir?
Soruları daha da çoğaltabiliriz. İşte okuduğumuz her ne olursa olsun hayata taşımak böyle bir şey. Okuduğumuz romanda anlatılanlara benzer bir hâl başımıza geldiğinde bunları hatırlamak, tetikte olmak… Orham Pamuk’un; ‘Bir kitap okudum hayatım değişti’ dediği durum tam da böyle bir hâl.
Madalyonun diğer yüzüne bakalım… Joseph Frank’ın Dostoyevski hakkında beş ciltlik bir biyografi yazması, tanınmış bir Dostoyevski uzmanı olması, Dosto’nun Gogol ve Puşkin’den çok etkilenmesi, İnsancıklar ile Palto arasında epey bir bağdaşlık kurulması, kolaj-postiş-büyülü gerçekçilik gibi teknik ve kuramların detaylandırılması vs. gibi anekdotlardan ibaret bir roman yazısı kimi nasıl ve ne derece ilgilendirir? Tez üslûbunda bir metin akademiye özgüdür ve aslî amaç romanı sevdirmek ve hayata taşımak değil, statü ilerlemesine destek olmasıdır. Bu hususiyetlerden ibaret bir yazıyı ise akademisyenler kendi aralarında okurlar, yani top çevirir dururlar. Gerek ilk ve ortaöğretimde, gerekse üniversitede dört duvar arasında çürüyen saatlerin müsebbibi bu boşta kalan bu sorunun cevabı ve dahi uygulanmamasıdır? Bunu niye öğreniyorum, hayatta ne işime yarayacak?
Bu sebeplerle sadece akademik kaygılarla yazılmış roman eleştiri ve değerlendirmelerinin çoğunluğu bırakın romana yeni müşteriler kazandırmayı, dükkâna giren müşteriyi de kaçıracaktır. Düş kırıklığı ve baş başa kaldığı can sıkıntısıyla baş edebilme yolunu üç beş dakikalık saçma sapan videolarda, büyük puntolu ve anlaşılması kolay kısa kitaplarda, ruhun gıdası değil zehirine dönüşecek müzik ve sinemada arayan fert, hayatındaki boşlukları dolduramayıp can sıkıntı girdabında debelenen, en küçük sorunda dahi mücadeleden pes eden kimselere dönüşecektir.
&&&
Memet Fuat’ın üstüne basa basa ve sürekli vurguladığı; ‘onlarca sayfadan ibaret uzun eleştiri yazıları ile gelişir ancak edebiyatımız’ düşüncesinin anlaşılması ve uygulanması sağlanacak faydanın özünü ve şeklini doğru anlamayla gerçekleşir; yoksa yazarın hayatı, eserleri ve edebi kişiliği, mevzu bahis kurgu eserin konusunu yazmakla yığılma metinler okyanusuna bir damla su akıtmaktan başka hiçbir işe yaramaz.
Buraya kadarki kısmı en özlü şekilde şöyle toparlayayım; Kurgu eserler sadece vaka örgüsünden ibaret değildir. Kurgu eserde anlatılanların insan hayatına nasıl ve ne derece yansıdığı, okurun hayatına neler kattığı, ne gibi dersler çıkardığıdır mühim olan. Yazarın hayatı ve dönemle bağlantı kurması, niceliğe özgü bilgiler, yapılan çalışmalar, ortaya konulanların edebiyat tarihindeki yeri ve önemi, benzer konu ve yazarlarla alâkalı mukayeseler, eser adları vs. gibi teknik bilgiler kurgusal metnin hayata taşınmasını imleyen detayların felsefe, psikoloji, tarih vb. gibi bilimlerden el alınarak ortaya konulacak şifreleriyle harmanlanarak verilmelidir.
Edebiyat tarihçisi, eleştirmen, akademisyen ve sıradan okurun kurgu eserden faydalanma niyetlerinin farklı oluşları doğaldır. İşler genelde tek kanaldan yürüdüğü için ortaya çıkan manzara şudur…Okuyan bir azınlık kesim, okumayan koca bir güruh: Öğretmeni, öğrencisiyle yaklaşık 25 milyon ortaöğretim ve 8 milyon üniversite ordusu. Son tahlilde ortalama üç yüz beş yüz dergi, ortalama 500-600 kitap satışı. Ordunun içine girdiğimizde tablonun vehameti daha da belirginleşir; Ne okuyacağını, yaşadığı çağda neyin nerden nereye gittiğini, neyi ne şekilde öğreneceğini ve aktaracağını bilmeyen bir öğretici kitle ile heyecan ve merağını, algısını büyük ölçüde yitirmiş, hızlı ve çabuk tüketilen metinlere/metalara hücum etmiş talebe güruhu…
Eğer neyi neden okuduğunu ve okuduklarını hayata nasıl taşıyacağını bilirse birey, toplumun eğitim ve ahlâk ile okuma/bilme orantısı günümüzün tersi bir istikamette ilerleyecektir. Aksi takdirde taraftarların durumuna düşeriz, bu kartopu gibi büyür. Futbolcu oynasa da oynamasa da parasını, akademisyen ortaya koyduğu çalışmayla unvanını alıyor.
Peki senin eline ne geçiyor ve geçmeliydi aziz okur?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.