"Şu fiyatlara bak!"
Markete girdiniz. Rafların önünde gezinirken gözünüz etikete takıldı: “Şu fiyatlara bak! Neden her şey bu kadar pahalı?” Hayat bir mini dram setine dönüştü. Başrolde fiyat etiketleri, yan rollerde ürünlerin şaşkın yüz ifadeleri... Bir elinizde alışveriş listesi, diğer elinizde sinir harbi. Ama durun bir dakika: Gerçekten doğru soruyu mu soruyoruz?
Hadi, birkaç saniye düşünelim. "Neden her şey bu kadar pahalı?" demek kolay. Etiketlere suç atmak da. Ancak o etiketin bir karar verme yetkisi yok ki! O sadece kâğıda basılmış, fiyatı ilan eden sadık bir elçi. Bu durumda yanlış bir suçlama yapıyoruz. Peki, o zaman doğru hedef ne?
Fiyat artışlarının gerçek nedenlerini sormak yerine, sinirimizi market raflarından çıkarıyoruz. "Bu ürün neden pahalı?" diye sormamız gerekirken, “Bu ürün nasıl buraya geldi?” sorusunu da es geçiyoruz. Tarladaki çiftçinin maliyetini, fabrikadaki enerji fiyatlarını, nakliye sırasında ödenen mazotu konuşmadan doğrudan etikete bakıp iç geçiriyoruz. Hatta belki de şu "döviz kuru" denilen gizemli canavarı sorgulamalıyız. Ama hayır, bu sorular zor geliyor. Biz etiketi suçlamaya devam.
Sonuç? İşi çözmek yerine kolay hedeflere odaklanıyoruz. Sormamız gereken soruları sormak yerine, raftaki fiyat etiketini günah keçisi ilan ediyoruz. Hadi dürüst olalım: Enflasyon, üretim maliyetleri, vergi politikaları gibi karmaşık konuları sorgulamak yerine market arabasıyla küçük çaplı devrimler yapmaya çalışıyoruz. Oysa asıl soru şu olmalı: Neden bu kadar tüketiyoruz ve neden bu kadar sorgulamıyoruz?
Belki de gerçek suçlu raftaki etiket değil, bizi sorgulamaktan alıkoyan bu düzen. Asıl meselemiz etiketi değil, sistemi hedef almak olmalı. Ama tabi, etiketi suçlamak daha kolay ve zahmetsiz, değil mi? Yine de, raftaki etiketi suçlarken dikkatli olmakta fayda var. Bir bakarsınız o da hakaret davası açabilir size.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.