Yusuf Alpaslan Özdemir

Yusuf Alpaslan Özdemir

Yeni dönemde eğitim adına mülâhazalar

Yeni dönemde eğitim adına mülâhazalar

Okulların açılmasına az bir süre kaldı, ardından üniversiteler arz-ı endam edecek. İlköğretim ve ortaöğretim çağındaki talebelerin anne ve babaları kırtasiye ve diğer masrafları, üniversitelilerin ebeveynleri ise barınma başta çeşitli meseleleri halletme telâşında. Bunlar işin malûm tarafı, fakat ben sürekli yazdığım, dillendirdiğim temel eğitim ve öğretim meselelerinden bahsedeceğim bugün de. Belki de aynı şeyleri tekrarlayıp durmuş olacağım, mesaj ilgili yerlerin büyük çoğunluğuna ulaşmayacaktır da, ama olsun bir eğitimci ve okuryazar olarak sorumluluğum gereği bunlarla gündem oluşturmaya çalışmayı devam ettireceğim.

HERKESİN OKUMASI GEREKMİYOR

Ülkemiz çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş kadim ve soylu birikime sahip. Göçebe bir millet olarak hareketli yaşamayı, üretip geliştirmeyi, daha çok savaşmayı ve zanaatı sevmişiz. Fethettiğimiz yerlerde gerekli organizasyonu sağladıktan sonra yolumuza devam edip daimi olarak aksiyon içinde hayat bulmuşuz. Bu şartlar gereği, her ne kadar üstün bir medeniyet ve eserler bıraktıysak da sonra bunları incelemeye, anlamaya vakit bulamamışız. Hatırlayın lütfen, Göktürk Kitabelerini, Dede Korkut Hikâyelerini ve diğerlerini bulan, okuyan, dünya ilim ve bilim toplamına dahil edenler çoğunlukla kimi dost, kimi düşman ülkeler olmuş. İşi daha da ileri boyutlara götürecek olursak birikimimizi iyi değerlendiremediğimiz için ezeli rakibimiz Batıya kaptırıp, onlardan satın almışız. Kökü bizde olan şeylerden dolayı da kaptırdıklarımız karşısında özümüzü unutup, onları yüceltmeye, kendimizi küçük görmeye başlamışız. İlmi, fenni bir kenara bırakıp onlar gibi yaşamaya, davranmaya imrenmişiz; üstelik aradan asırlar geçmesine rağmen bizim düzenimizi, evlerimizi, kıyafetlerimizi, çalışmalarımızı hiç unutmayan, yaşatan ve neticede ilerleyenler karşısında, heyhat! İşin bu boyutu oldukça geniş kapsamlı, derdimin anlaşıldığını düşünerek geçiyorum.

Okuma, araştırma işlerinin diğer tarafında yer alan üretim ve zanaat, sanayi de zeki bir millet olarak her daim yoldaşımız kalmıştır. En basit anlatımıyla Konyalı sanayi ustalarımızı hatırlayalım: Gördükleri bir makine yahut malzemeyi yeni bir bakış açısıyla üretmek ve kullanım alanlarını genişletmek onlar için son derece basit bir iş.

Özellikle lise çağlarındaki pek çok öğrencinin okula gitmek yerine çalışmayı istediklerini, fakat buna en başta annelerinin karşı çıktığını gözlemliyor ve duyuyorum. Anneler komşu çocuklarının okuma dereceleri ve okuyanların masa başı rahat işlerde çalışma imkânına kavuşmaları algıları nedeniyle yetenekli, üretken pek çok gencimizin enerjileri heba oluyor, devletin ölü bir yatırımı olarak konfeksiyon mağazalarında, lokantalarda ve güvenlik görevlisi alanlarında idame ettiriliyorlar. 20 yıl oku garson ol, yirmi yıl oku güvenlik görevlisi ol; ne büyük ve akıllıca bir ticaret, işleyiş değil mi! Bu iş kollarını küçük gördüğüm sanılmasın, bunlar okunmadan da olacak işler anlatmaya çalıştığım. Tersi bir durumu hayal edin, İHA ve SİHA’nın oluşum ve gelişim şartlarını da hatırlayarak.

ÇÖZÜM MESLEKİ EĞİTİMDE

Bu veçhelerle hayattaki temel ihtiyaçları gidermeye yönelik beş yıllık zorunlu eğitimin ardından bireylerin istidatlarına göre üretime dönük işlere yönlendirilmeleri, hadi lâfı uzatmadan söyleyeyim mesleki eğitime yönlendirilmeleri en doğru olanı. Okulda boş vermişliğin ve beyhudeliğin destanını yazan gençlerin ilgi alanlarına uygun sanayi ve zanaatlarda nasıl canla başla çalıştıklarını, ülkelerine katkı sağladıklarını hepimiz biliyoruz.

İstemeyerek, ebeveynlerinin zoruyla okuyan, istemedikleri bir işin içinde, dört duvar arasında saatleri bunalarak geçiren bu acar öğrencilerin ilerleyen süreçte yine zorlamayla ve son yıllarda iyice kolaylaştırılan üniversite deneyimlerinde ne tür hayal ve beklentiler içine girdiklerini, ne yaptıklarını burada açık açık yazmama lüzum yok sanırım.

Eğitim hayatının başından sonuna kadar talebenin öğrendiklerinin ne işe yaradığını, hayatta nerede ne işine yarayacağını kestirememesi meselenin bir başka cephesi. Müfredatın bu pratik işleyişe cevap verememesi de tüm emek, zaman ve kaynağın heba olmasına kapı aralayan önemli bir etken.

Böylesine ağır, hantal ve de kasavetli meseleyi biraz hafifletmek için iki soru sorayım izninizle… İlki, devletin okulları ileri safhalardaki sınavları ve omurgayı oluşturamadığı, yahut resmi eğitim kurumlarındaki öğretmelerin yetersizliğinden mi açılmaktadır dershaneler ve kurslar? Ya da özel okullardaki işleyiş daha üst seviye kadrolarla mı yapılıyor? İşi etraflıca düşündüğümüzde, hatta soruları ileriye taşıdığımızda öğretmenler arasında bilgi ve yetenek sınıflandırmalarına, parası çok olanın daha iyi eğitim alması gibi ciğer delen bambaşka ağır noktalara ulaşmamız mümkün. Bakın basit bir pratik düşünmeyle eğitim meselemizde aslında herkesin malûmu olan, kararlı bir işleyişle halledilecek kamburları dillendirdik. Nasıl ki çalışan başına düşen emekli sayısı garabetinden dolayı sosyal güvenlik anlayışımız bütçede koca bir delik açıyorsa, hayatının en verimli çağlarını istemedikleri ortamlarda istemedikleri işleri yapma cenderesinde heba olup giden pek çok kıymetlimiz de geleceğimizi hançerliyor. Mecburi eğitimin şimdiki seviyeye çıkarılması bu ülkenin sosyolojisine, ekonomisine, değerlerine en büyük bıçak darbesi maalesef. Birilerinin uygar eğitim, pozitif eğitim ve dini eğitimin önünü açılmak için mecburi eğitimi istemiyorlar nev’inden hezeyanları maalesef koskoca bir devletin, aziz milletin can damarlarına kastediyor. Maalesef, buna karşı hiçbir şey yap(a)mıyoruz. Gel de hatırlama şimdi kültürel iktidarı, kültürel hegomanyayı; at kültürü koy eğitimi, aynı kapıya çıkıyor.

ÜNİVERSİTE VE SONRASINDAKİ ZİHNİYET DEĞİŞİMİ

Mütedeyyin, muhafazakâr bir aile ve çevrede yetişen gençlerden büyük bir çoğunluğunun üniversite yılları ve sonrasında zihniyet değişimine odaklandığımızda onca yatırımın neticesinde devletine, milletine, dinine ve değerlerine uzak ya da da düşman, konformizm ve dahi hedonizm kıskacında hayaletlerimizin zuhur ettiğine de şahitlik ediyoruz yazı ki. Bir gence onca kaynak, zaman, emek Batının taklitçiliğini, sözde uygar(!) yaşamını örnek alsaın, ateşli savunuculuğunu yapsın diye mi harcandı Allah aşkına!?

Sadece talebeler mi? Bakıyorsunuz devletin okulunda devletten maaş alan hocaların(!) aslî işlerini unutarak okula sırtlarını dönüp bostan korkuluğu gibi dikildiklerini(terbiyem el vermediğini için başka bir şeylerini dönüp demedim), derse girmediklerini görüyoruz.

İşi aydınlanmak ve aydınlatmak olan, okumaya ve yazmaya, düşünmeye ilham vermesi beklenen bu yapıda en baba dergiler en kıymetli kitaplar 500, bilemedin 1000 satıyor. Kendi alanımdan örnek vereyim; Yaşayan en büyük şairimiz İsmet Özel hakkında kuşatıcı bir çalışma olan ve indirimli olarak 600-700 liraya satın alabileceğiniz Hece’nin iki ciltlik hacimli özel sayısı aradan bir yıl geçtiği halde hâlâ ikinci baskıyı yapmadı. Şimdi burada durup düşünmek icap eder; Okuyanları ve okutanları, hocaları ve talebeleri ne heyecanlandırabilir, ne ilgilendirebilir? Bu savrulmuşluk, bu heyecansızlık ve tembellikle kendisine, ailesine, milletine ne verebilir? İsteksiz ve na samimi işlerin varacağı yerden nasıl bir olumlu sonuç bekliyordunuz ki?

Okumak, düşünmek zor geliyor ki daha kolay olan fanatikliğe, slogancılığa savruluyoruz, sahte kahramanların ve devrimciliğin, sözde özgürlüğün borazanlığını yapıyoruz. Vasatlıktan, çapsızlıktan, düşüncesizlikten, egoizmden, ve herb.kologluktan geçilmiyor etrafımız. Hepimiz günü kurtarma derdinde, birilerimiz birlerinin kuyruğunda ve tasmasında küçük ve kof beyinleriyle caka satma peşinde.

ZOMBİLERLE İÇ İÇE YAŞIYORUZ

Hiçbir şeye heyecan ve istek duymayan kof bünyelerin instagramın kapandığı kısa dönemde nasıl bir zombiye dönüştüğüne neden şaşırıyoruz ki? İnstagram açılana kadar yeni kıyafetler almayacakmış, mekânlara gitmeyecekmiş, gezip tozmayacakmış, internete girmeyecekmiş beyefendi ve hanımefendilerimiz. Sürecin sonundaki bu akıl tutulmasına, kimliksizliğe şaşırmamak gerek kısaca.

Çok mu ümitsiz ve umutsuz oldu yazım, çok mu karamsar düşünüyorum, haksızlık ediyorum; siz öyle sanın, hepimiz öyle sanmaya devam edelim. ‘Devletimin Yanındayım’ diyenlerin fırsatını bulduğunda kendi kandaşlarının kanını bayram seyran dinlemeden nasıl emdiğini görünce, miras veya alacak-verecek söz konusu olduğunda evlâdın babayı, kardeşin kardeşi nasıl öldürdüğüne şahitlik edince, karşı cinsle sevgililiği hayatta her değerin önüne koyan zıpçıktıları görünce hepimizi çepeçevre saran sarsıcı dertlerin hiç de sebepsiz olmadığını anlayabiliyoruz.

Yanlış eğitim, yanlış ellerde eğitim, öylesine eğitim, zamanından önce nihayete erdirilmeyen diploma aşkı, fırsat eşitsizliği eşittir vicdansız tüccar ve esnaflar, boş ve beyhude yaşayan gençler, para ve gelecek kaygısından her şeyi unutan ve elinin tersiyle iten yetişkinler vd.

Düşünmek zor, çalışmak zor, analiz etmek zor, mukayese etmek zor; lâfla peynir gemisi yürütmek, vatan kurtarmak, kendimizden başkasını yargılamak ve düzeltmek zor. Boş tenekeden çok ses çıkar ve testi içinde ne varsa dışına onu sızdırır. Atalarımız ne de güzel söylemişler, ah düşünsek, hayatımıza katsak!..

ÇÖZÜM NE?

Peki ne yapacağız? İşimizi düzgün yapacağız, herkes önce kendini düzeltecek, çok çalışacağız, ‘Biz Kimiz?’ sorusunu her daim soracağız, aziz ve kadim milletimizin değerini unutup vicdan yoksunu ve hazcı seküler Batının karşısında kimliksizliğe, korkaklığa düşmeyeceğiz, aşağılık kompleksine girmeyeceğiz. Her muallim talebesini kendi evlâdı bilecek, ilminin zekâtı olarak okuyacak, öğrendiklerini paylaşacak ve hayatına taşıyacak. Aile her şeyin temelidir, yuvadır, devletin beşiğidir. Liseye gelmiş, üniversite bitirmiş bir genç hâlâ sokaklara sigara ya da başka şeylerin çöpünü atıyorsa, sokaklarda bağıra çağıra ve küfrede küfrede yol alıyorsa bu sadece eğitimin suçu değildir. İlk eğitimi, terbiyenin köklerini aile verir. Aile çökerse devlet çöker. Koskoca Osmanlı dokuz asır, Büyük Türk milleti binlerce asırdır aile kurumu sayesinde ayakta. Ne yaptılarsa bizi yıkamamalrının aslî nedeni aile kurumumuzun sağlamlığı, her daim temel dinamiklerinin ayakta kalması. Bugüne bakınca neler yaşadığımız, böyle giderse bizi nasıl bir sonucun beklediği aşikâr değil mi?

Hasılı vel- kelâm bu gerçekler karşısında ürpermeyen, düşünmeyen, kendine çeki düzen vermeyen birinin ne feraseti, ne vicdanı kalmıştır. Böyle biri kendine ne verebilir ki, devletine versin?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Alpaslan Özdemir Arşivi
SON YAZILAR