AKIL “AKSESUAR” DEĞİLDİR
Allah biz insanları mahlukatın en şereflisi olarak yarattı. Yarattığı her şey çok muhteşem, ama insan olağanüstü. Allah bizlere diğer canlılardan farklı olarak akıl nimetini bahşetti. Kuşlar gibi “içgüdülerimizle” hareket etmiyoruz. İyiyi- kötüyü, güzeli- çirkini, hayrı ve şerri, yararlıyı ve zararlıyı hep Allah’ın verdiği akıl sayesinde ayırt edebiliyoruz. Allah Kur’an-ı Kerim’de de birçok ayetinde akla vurgu yaparak, insanoğluna aklını kullanmasını emrediyor. Aklımızla her şeyi çözemeyiz mutlaka. Ama gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz, tıkandığımız yerde, aklımızın çözemediği konularda “Allah’ın hikmetinden sual olunmaz” diyerek, duracağımız yeri de bileceğiz. Ama ne olursa olsun, aklımızın bir “aksesuar” olmadığının hep farkında olacağız.
“Akıl, aksesuar değil” dedik. “Kullanılması gerek” dedik. Diğer canlılardan farkımızın “akıl” olduğunu söyledik. Peki nefis terbiyesinde, tasavvuf öğretisinde “Mürşitin karşısında gassalın önündeki meyyit gibi olmak” ne anlama geliyor o zaman? Kayıtsız şartsız teslimiyet sadece Allah’a ve Resulünedir. Onun dışındaki her şey kayıtlı ve şartlıdır. Peki hangi akıl, hangi mantık aklını kullanması emredilen insanı “gassalın önündeki meyyit” gibi yapmaktadır? Aklımızı kiraya vermemiz, aklımızı “aksesuar” gibi kullanmamız nasıl bir Kur’ani anlayışla bağdaşır? “Benim Mürşitim sizin mürşitinizi döver” mantığı ile nefis terbiyesi, varlıkta yok olmak, büyüdükçe küçülmek nasıl mümkün olacak?
Tasavvuf, güzel bir okul. Bir usta öğreticinin rahle-i tedrisinden geçmek insanı, kamil insan yapabilir. Ama siz bunu İslam’ın “olmazsa olmaz” bir cüzü gibi takdim ederseniz , olmaz. Yanlış yaparsınız. Fetva ile takvanın yerini değiştirmiş olursunuz ki; o zaman baltayı taşa vurdunuz demektir. Müslümanın takip edeceği en önemli yol –öncelikle- fetva yoludur. Bu yolda ayağı takılmadan yürüyen insanlar takva yolundan da yürüyebilir. Takva yolu bir bakıma “terfi” anlamına gelir ki, bu yolda yürüyenlere “Kamil insan” diyebiliriz.
Hoca efendilerin, ya da şeyh efendilerin kitapları Kur’anın önüne geçmişse, Kur’an-ı Kerimden daha çok bu bahsettiğim kitaplar okunuyorsa, Allah’a kul olmanın anlamından daha çok, şeyh efendilere köle olmanın yolları açılmış demektir. O kitaplar da okunmalı elbette. Ama o kitapları okumadan önce Kur’anı okumalı ki, gittiğimiz yolun neresi olduğunu anlayabilelim. Ancak anlayabilmek için düşünmek gerek, düşünmek için aklımızı kullanmak gerek. Aklımızı kullanmak için “Aklımızı kullanma izni” almak gerek. Verirlerse.
Müslümanların bir “öz eleştiri” yapma zamanı geldi de geçiyor bile. Eğer ki, Müslümanların olduğu her yerde kan varsa, gözyaşı varsa, geri kalmışlık varsa, iç çatışma varsa; birlik yoksa, beraberlik yoksa, duygu ve düşünce bütünlüğü yoksa, aklı kullanmak yoksa Allah bunların hesabını mutlaka bizlerden sorar. Bir ve bütün olmamız gerekirken küçük-küçük cemaatlere bölünerek İslam düşmanlarına yem olmayı kolaylaştırıyoruz. Sonra da sadece dua ediyoruz. Dua, yapmamız gereken her şeyi yaptıktan sonra yapılırsa ancak o zaman işe yarar. Annelerin okunmuş pirinçleri imtihana girecek gençlere yutturması bir işe yaramıyorsa, sebebi, başarmak için gerekli çalışmayı yapmadığımızdandır. Ne kadar kolay değil mi? Sen 1 yıl boyunca yat, 3 tane okunmuş pirinçle imtihan kazan. Olacak iş mi bu? Gecesini gündüzüne katanın ne günahı var o zaman?
Allah dileseydi, bizleri de içgüdüleri ile hareket eden varlıklar olarak yaratabilirdi. Bizleri “akıl” nimeti ile şereflendirdiğine göre ve Allah’ın hiçbir şeyi boşuna yaratmadığına göre, bu nimetten yararlanmak gerekir diye düşünüyorum. Aklımızı “akıllıca” kullanmak, yaratılış gayesine uygun davranmak insan olmamızın da gereğidir.
İnsan gibi yaşayanlara selam olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.