Erol Sunat

Erol Sunat

Arsızın hikayesi

Arsızın hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, oldukça hareketli, toprakları bereketli, insanları birbirine karşı nezaketli bir şehir varmış. Misafirperverlikleri iyiymiş. Bu şehirde benim elim darda diyen, ben açım, fakir fukarayım, yoksulum diyen insan aç kalmazmış. Merhametli bir şehirmiş. Bu şehre uğrayan birkaç günlüğüne dahi bu şehre uğrayan biri, gördüğü izzet-i ikramı anlata anlata bitiremezmiş.

Bir gün kervanın biriyle, bir adam gelmiş. Şehrin hanlarından birine misafir olmuş. Ona misafir olmak denmezmiş, resmen postu dermiş oturmuş. Ağlaması, kendini acındırması, insanların kendine acımasını kazanca çevirmesini bilenlerdenmiş.

Öyle bir arsızmış ki, onun bu arsızlığının ne derecede olduğunu henüz kimse bilmiyormuş. Utanma diye bir şey yokmuş adamda, sırnaşıklıkta kimse eline su dökemezmiş, yüzsüzlük konusunda onu tanıyanlar, onu tanıdığımıza, selam verdiğimize bin pişmanımız diyorlarmış. Yılışıkmış, gözü doyacak gibi değilmiş. Bütün marifetlerini bir anda ortaya dökenlerden olmadığı gibi, bu şehir benim için hazine, ye iç sırt üstü yat. Bulmuşum bir âlâ koyun, bitmez bende türlü oyun diyormuş.

Merhametten maraz doğar deseler de, şehir bu arsıza önce kapılarını açmış, sonra sofrasını. Kalacak yer vermişler, çalışacağı iş vermişler, evini döşeyecek ev eşyası vermişler. Arsızın gözü doyar mı, doymamış. Yalandan ağlama konusunda mahirmiş. Hani dokunsalar ağlar denir ya, öyle bir adammış. Onu çözenler, onu kabul ettiğimiz, misafir ettiğimiz o güne neredeyse lanet okuyacağız demeye başlamışlarsa da, onları dinleyen olmamış!

Arsız ve yüzsüz adam, şehirde bazılarının hoşuna gitmiş. Bu şehirde böylelerine de ihtiyaç var. Her insanın kusuru olabilir. Herkes dört dörtlük mü, bu da böyle! Bak ne güzel ağlıyor. O ağladıkça içimiz eziliyor diye onu meşhur etmişler. Adı garip diye anılır olmuş. Kimsesiz diye şunu bir baş göz edelim demişler. Bu işe ön ayak olan şehrin Beylerinden birinin oldukça güzel, bir o kadar da kimseyi dinlemeyen, dik başlı, asi mi asi bir kızı varmış. Kızın huyunu herkes bildiği için, o kıza kimse talip olmuyormuş. Arsız ve yüzsüz adam, Beyim demiş, iznin olursa senin kızına ben talibim. Bey, kızım kendi bilir demiş, zaten ben ne desem tersini yapar, müsaadem vardır git kendin konuş, görüş, tanış.

Arsız, çalmış beyin konağının kapısını. Kapıyı açanlar bakmışlar ki, kapıda iki gözü iki çeşme bir adam. Ben demiş Beyin kızını görmeyi dilerim. Hadi oradan demişler, Beyimizin kızı seninle neden görüşsün?

Arsız ağlayarak, ben demiş aşığım. Aşık olmak suç mu, günah mı? Bey kızını sevemez miyim? Siz hiç aşık olmadınız mı? Öyle içli, öyle içten, öyle etkileyici konuşuyormuş ki, kapıdaki görevliler de başlamışlar ağlamaya…Onları gören Bey kızı çok etkilenmiş. Alın içeri şu Aşığı demiş. Sonra da anlat bakalım Aşık demiş, kimsin, kime aşıksın?
Arsız, ben demiş size aşığım beyimin kızı. Onca diyar gezdim. Onca şehir dolaştım. Ne bileyim gönlümü sana kaptıracağımı! Kız, sen demiş öyle bir yalancısın ki, beni nerede gördün, ne zaman gördün söylesene? Arsız, ben demiş garibanın önde gideni derler ya öyle biriyim. Bu şehirde ilk sizin sofranıza oturdum. Bu şehirde ilk suyu senin elinden içtim. Hatırladın mı beni?

Kız şimdi seni hatırladım demiş. Sen garibanlara, yoksullara, fakir fukaraya kurban ol. Maşallah bayağı bir yol kat etmişsin. Beni görmeye, bana aşık olmaya varıncaya kadar adım adım geldiğine göre, nedir senin maksadın?

Arsız, maksadım belli değil mi demiş. Ben maksadıma ulaştım. Seninle karşı karşıya geldim. Bundan sonrası senin kararın. Kız şimdi demiş ben sana hayır desem, olmaz desem, şehirde öyle bir dedikodu estirirsin ki, Bey babam beni bu şehirden sürer. Senin oyununa gelmeyen yok bu şehirde. Senin gibi olmaya heves eden dünya kadar insan var. Seni neden kabul ettim bilir misin demiş. Ben bu şehrin en zengin kadını olmak isterim. Gerekirse memleketin. Sende de aynı arsızlık, aynı yüzsüzlük, aynı gözü doymayan bir hal var. Birbirimize oldukça benzeriz diye düşünürüm.

Arsız, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş dedikleri böyle bir şey, Bey kızı demiş. Senin gibi huysuz, geçimsiz, ne istediğini bilmeyen, şımarık bir kız benden daha iyisini bulacak değil ya…Arsız kızla anlaştıktan sonra, Beyim demiş, ben kızına talibim. Kız da olumlu görüş bildirince, evlenmişler. Arsızın, Bey kızına aşık olduğu konusu, öyle bir abartılmış ki…Şehirde, işte aşk böyle olur diyorlarmış. Demek Bey kızının kapısına dayandı, aşığım diye kanlı gözyaşları döktü ha… diye anlatılanlar yanına eklenen laflarla öyle bir büyümüş gitmiş ki, Payitahta ulaşmış, Sultana anlatmışlar bu aşkı. Sultan, tez çağırın şu aşıkları demiş bir de ben göreyim, bir de ben dinleyeyim.

Arsız, yılışıklığın, yüzsüzlüğün, yağcılığın daniskasını sergilemiş Sultanın huzurunda. Dozu ayarlı bir gösteri sunmuş. Sultanın karısı, kızları, onu dinleyenlerin tamamı ağlamışlar o anlatımdan. Sultanın gözleri dolmuş. Berhudar ol aşık demiş. Böyle güzel sevmeyi, böyle anlamlı bir aşkı, memleketimin her tarafında anlatmanı dilerim. Bu aşk benim memleketimin Leyla ile Mecnun hikayesi gibi demiş. Arsız ve karısı, aylarca memleketin şehirlerinde dolaşmışlar. Şan ve şöhrete, bir hayli de dünyalığa kavuşmuşlar.

Arsız bu demiş bana yetmez. Benim Vezir olmam lazım. Bu konuyu kendini sevenlere, yanından ayrılmayanlara, ona özenenlere, onun çevresi olanlara hafiften bir çıtlatmış. Sultanın çevresinde de sevenleri az değilmiş. Sultanım demişler, böyle bir Vezir size pek bir yakışırdı. Aşıklardan bir Veziriniz olacak, şanınız yücelir diye başlamışlar Sultanı işlemeye, tesir etmeye.

Sultanın Hocası, yaşadığı şehirden çıkmış gelmiş. Tamda bu mevzuların iyiden iyiye hararetlendiği günlerden bir günmüş o gün. Sultan neredeyse tamam diyecekmiş ki, Hocası girmiş Sultanın huzuruna. Sultan Hocam demiş, öyle hoş bir zamanda geldin ki, ben bir türlü karar veremedim. Sen ne dersen öyle yapacağım. Konuyu enine boyuna bir güzel anlatmış.

Hocası estağfurullah Sultanım demiş, bizim haddimize değil amma, madem sordunuz, ben söyleyeyim. Kabul edip etmemek, Sultanımızın takdirindedir.

Lakin; aşk böyle bir şey değil. Aşıkta öyle. Aşk arsız değildir, yüzsüz değildir. Yılışıklığı sevmez. Paraya pula tenezzül etmez. Seven karşılığını beklemeden sever. Aşık, aşkıyla divane olandır. Kendini Mecnun gibi çöllere vurandır. Yollara, dağlara kendini atandır. Aşkın sofralarla, altın akçayla işi olabilir mi? Aşık Hakça söyler, arsızca değil! Aşık gözyaşlarını göstermez, saklar, belli etmez, bu aşığın edebindendir, Aşık, yol bilir, yordam bilir, adap bilir, usul bilir, erkân bilir. Bu arsız, bu yüzsüz, bu aşıklığın yüz karası neler ister kim bilir?

Sultan, Vezir olmayı diler Hocam demiş. Hocası, bugün Vezir olmayı diler, yarın maazallah Sultan! Arsızın yüzsüzün gözünün doyduğu ne zaman görülmüş Sultanım demiş. Bu sahtekârın, bu düzenbazın gözyaşları sizi etkilemesin diye de durumu örnekleriyle birlikte hem Sultana, hem karısı ve kızlarına hem de Sultanın yakın çevresine anlatmış.

Arsız ve karısı artık Vezir olmamız işten bile değil diyorlarmış. Sultan etkimiz altında, bizi çağırması an meselesi, hatta eli kulağında. Sultan arsızı ve karısını fazla bekletmemiş. Aşık demiş, aşkını anlatmadığın yer kalmadı. Bizlerde seni sevdik, takdir ettik, al karını ve çocuklarını, var git şehrine, bundan sonra huzurlu, mesut ve bahtiyar bir şekilde yaşa. Arsız, ağlamış olmamış, sızlamış olmamış, yalvarmış olmamış. Sultanın Hocası dayanamamış, Sultanım demiş ben bir şey söyleyebilir miyim? Arsızın gözleri parlamış, Sultanın Hocası da bu işi yuttu demiş, geldi benim Vezirlik!

Sultanın Hocası, Sultanım demiş, bu Aşığı bizler tanıdık, başka diyarlarda tanısın, sizde uygun görürseniz onu uygun gördüğünüz bir diyara elçi tayin edin, o diyarlarda görsün aşk nedir, neye benzer!

Anlatırlar ki, arsız ve karısı bir daha o memlekete ve şehirlerine dönememişler. Her taleplerinde, bir başka diyara elçi olmuşlar. Sonunda arsız ve yüzsüzün aşkının foyası çıkmış ortaya amma ne arsız arsızlığından vazgeçmiş, ne de yüzsüz yüzsüzlüğünden…

Şehir şehire, arsız arsıza, yüzsüz yüzsüze, yılışık yılışığa, sırnaşık sırnaşığa, aç gözlü aç gözlüye, gözü doymaz gözü doymaza benzer….

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR