ATATÜRK İSTİSMARCILIĞINDA ZİRVE-2
Yazımın önceki bölümünde ayrıntılı yer verdiğim üzere H. Baş’ın sözlerine devam ediyorum.
H. Baş, dinleyenlerine hitaben; “Ben bunları anlatırken manevi bir hal yaşadınız mı? sorusuna dinleyenlerin “evet” cevabı üzerine; “o zaman Mustafa Kemal bu meclistedir” diyerek ortama gizemli bir hava katıyor; aslında, Atatürk’ü kullanarak kendisinin o makamın bugünkü sahibi olduğunu anlatmaya çalışıyor; yani günümüzün Kutbül Aktab’ı (?)
Son vites devam ediyor; “Benim örneğim de Mustafa Kemal Paşa Hazretleri; eğer onun savaşını görmeseydim, biz de bu savaşta hep iflas ederdik ama devamlı kazanan da ben oldum” diyor demesine de; kendisinin hangi savaşı kazandığını hangi mücadeleden galip ayrıldığını, söylemiyor.
Hızını kesmiyor; “Atatürk Cumhuriyetin temelini Hacıbektaş'ta attı; milli mücadeleye başlamadan önce Hacıbektaş'a gidip Hacı Bektâş-ı Veli Hazretleri’nin postunda oturan Cemalettin Çelebi ile görüşüyor; üç gün boyunca burada misafir kalıyor; oradan ayrılırken Cemalettin Çelebi; ‘Atam, cumhuriyeti ne zaman kuruyoruz’ diye soruyor; Atatürk “en kısa zamanda” diye cevap veriyor.”
Burada dikkatimi çeken Cemalettin Çelebi’nin ‘Atam, cumhuriyeti ne zaman kuruyoruz’ sorusunun zamanlaması; milli mücadele kazanılmadan bu sorusunun sorulması; ayrıca, “ATAM” ifadesinin kullanılması. Mustafa Kemal Paşa o zaman Atatürk soyadını almış değil; atam yerine “PAŞAM” dese anlayacağız.
İşin tabiatı gereği Hacı Beştaş Veli postunda oturan bir şeyh, “ATAM” diye bir ifade kullanmaz; çünkü “ATAM” hitabı o makama uygun bir ifade değil; bir şeyh “ATAM” demez; “evladım”, “kardeşim” gibi tasavvufi ifadeler kullanır.
H. Baş’ın hiçbir tutarlı, mantıklı ifadesi yok; aklına estiği gibi savuruyor. Salonu dolduranlar da hipnoz olmuş gibi söylenenleri olduğu gibi tasdik ediyor.
Benim meselem; Atatürk’ün soyunun nereden geldiği, milli mücadeleyi nereden başlattığı değil; özelliklede toplumsal karşılığı olmayan veya itibar kaybeden siyasilerin, sanatçıların, hocaların, yazarların Atatürk’ü kullanmaları; bunları çok gördük hâlâ da görüyoruz.
Hatırlar mısınız, yıllar önce bir meclis başkanımız meclisin koltuklarının ceylan derisiyle değiştirilmesi sonrasında yolsuzluğu ortaya çıkınca, üzerine gidenlere; “Ben Atatürk’ün tarafındayım, benim üzerime ondan geliniyor” türünden ifadeler kullanarak yaptığı yolsuzluğu örtbas etmek için Atatürk’ü kullanmaya kalkmıştı;
-Her türlü yolsuzluğu, ahlaksızlığı yap, Atatürk’ü kullan,
-Toplum nezdinde bir karşılık bulamıyorsan, Atatürk’ü kullan,
-Toplumun değerlerine, inancına saldırmak için, Atatürk’ü kullan,
Başta gerçek Atatürkçüler olmak üzere herkese sesleniyorum; Atatürk’ü bu istismarcılardan kurtaralım; Atatürk’ü tarihi konumuna oturtalım; seven sevsin sevmeyen sevmesin; takdir eden etsin etmeyen etmesin….
Bana göre, Atatürk’ün kimsenin sevmesine, takdirine, korumasına ihtiyacı yok.
İnanın, 5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu Atatürk’ün manevi şahsiyetine saygısızlık olarak görüyorum. İnsanımızın büyük bir kısmı Atatürk’e hakaret içerebilecek her türlü söz ve davranışlar karşısında tepkisini ortaya koyabilecek olgunluğa sahiptir.
-Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde hala Atatürk’ü kanunla koruyorsak bu durum hem yöneten hem de yönetilenler açısından hepimizin ayıbıdır.
-Ülkemizde sadece Atatürk istismarcılığı mı var, sorusunu sorabilirsiniz.
Elbette ki, ülkemizde sadece Atatürk istismarcılığı değil; din istismarcılığı da yapılmaktadır. Din istismarcılığı Atatürk istismarcılığından sonuçları itibariyle daha tehlikeli; çünkü din istismarcılığına MÜNAFIKLIK karışma ihtimali çok yüksektir.
H. Baş sadece Atatürk istismarı değil; din istismarı da yapıyor; yakında Atatürk MEHDİ RESUL derse şaşırmayalım!
Çünkü, adamda zırvalığın sınırı yok; şimdi de Fatih Sultan Mehmet Hristiyan, diyor; varın, gerisini siz düşünün!!!
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.