Emek, Ekmek ve Acı
Hükümet, muhalefet, halk... Birbirimizi hep felâketlerde hatırlarız. İyi günümüzü, mutluluğumuzu, sevincimizi pek paylaşmayız. Sınırlı sayıda güzel gün yaşadığımız içindir belki de bu cimriliğimiz. Ama yüz yıllardır felâketlere alışmış bir millet olduğumuz için bu bize fazla gelir ve yükümüzü paylaşarak hafifletmek isteriz ya da isterdik. 13 Mayıs akşamında aldığımız acı haber herkesi derinden yaraladı. Herkes tek yürek oldu ya da tek yürekmiş gibi görünmeye çalıştı, çalıştık.
Hükümet gerekli açıklamaları yaparak kendi üzerindeki sorumluluğu bir çırpıda attı. Onlar gerekli tüm teftişleri yapmıştı. Madende kazaya sebep olacak bir şey yoktu. Anlayacağınız her şey mükemmeldi ama kaderdi işte olan, olması gerekti kaza ve kaderin önüne geçilemezdi.
Muhalefet ise her zamanki iş bilmezliği ile “Hükümet istifa!” demeye başladı. Fırsatı kaçıramazdı. Bu acıdan bir oy bile kotarsa kârdı. Niye bu fırsatı kaçırsın ki?
Halk yani biz, hepimiz… Ne demeliydik, ne yapmalıydık? Bunun vermiş olduğu şaşkınlıkla ben dâhil çoğumuz akıllarımızı devrettiğimiz telefonlara, tabletlere ve bilgisayarlara sarıldık. Bu fırsatı kaçırmamalıydık. Muhalif kanattaysak hemen hükümete yüklenmeliydik; iktidar kanadındaysak Sayın Başbakanımızı savunmamız gerekiyordu. Allah muhafaza oy falan kaybederse, tepki çekerse ne yapardık onsuz?
Kazazedeler ise yerin metrelerce altında kurtarılmayı bekliyorlardı o sırada. Belki çoğu ilk patlama anında Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Kimi yaralı bir vaziyette acısını yaşarken, kimi de mesai arkadaşları için çırpınıyordu. Dışardan habersizdiler. Kendileri için birilerinin gelmesini umuyorlardı. Belki onları seçim zamanı haricinde hiç umursamayanların bugün umursayıp kurtarmalarını diliyorlardı Hak’tan.
Kazazedelerin aileleri ise korku içinde bekliyorlardı madenin önünde. Kimi hayat arkadaşını, kimi oğlunu, kimi babasını, kimi kardeşini bekliyor, onların sağ salim gün ışığına çıkmalarını diliyorlardı Rablerinden. Ekmek için göndermişlerdi onları mesaiye. Günde dokuz saat mesai ile ay sonunda bin lirayı biraz geçen maaşları eve geçindirecekti. Onları uğurlarken içlerinde hep aynı korku vardı. Eve tekrar dönene kadar tanımlayamadıkları bir korku hâkim oluyordu yüreklerine: “Ya gelmezse!”
Bu olayda eninde sonunda unutulacak güzel ülkemde. Hükümet işine devam edecek, muhalefet farklı yollardan oy kotarmaya bakacak, halk ise kendinden bile akıllı olan cihazlarıyla farklı gündemlerin peşinde koşacak. Olan ölene ve geride kalana olacak. Çünkü türlü dolaplarla pek çoğunun hakkı ödenmeyecek. Babasız kalan çocuklar bu seferde evsiz, ekmeksiz kalma korkusuyla karşı karşıya gelecek.
Allah diyen patron yediği emekçi hakkı ile günde beş kez Allah’ın huzuruna çıkmaya; emek, hak diyen patron emek ve hak sömürmeye kaldığı yerden devam edecek. Biz ise “KADER” diyeceğiz, “HAYIRLISI” diyeceğiz ve her şey geçip gidecek.
Kendini cennetle müjdelenmiş zannedenler beni kaza ve kadere inanmayan bir kâfir gibi görmesinler. Elbette kaza ve kadere iman etmek imanın şartı ancak kader deyip de her felâkete boyun eğmek ya da felâketlerden ders çıkarmamak da ahmaklığın şartı.
Amacım kimseyi eleştirmek değil. Sadece farklı bir sektörde emeği sömürülen, hakkı gasp edilen, hükümeti, muhalefeti, ailesi ve hizmet verdiği halk tarafından yok sayılan biri olarak bir an için kendimi göçük altında kalan kardeşlerimin yerine koydum. Tek dertleri emekleri ile ekmeklerini kazanmaktı, şimdi emekleri de ekmekleri de ellerinden alındı.
Allah rahmet eylesin, yaralılara acil şifalar ihsan etsin, geride kalanlara sabır versin…
SAYGILARIMLA…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.