FATİH’İN HOŞGÖRÜ İMPARATORLUĞUNDA BİR ZÜMRÜT: AYA İRİNE
Takvimler 313 yılını gösteriyordu. Hunların, Asya’nın kanattıkları kalbinden, İç Asya’dan Karadeniz’e tazyik yapmaya başladığı yıllardı. Karadeniz’in kuzeyine doğru peyderpey göçmeye başlamışlardı. Rahatsız olan buradaki barbar kavimler de Hun tazyiki karşısında batıya, Roma İmparatorluğu’nun sınırlarına akmaya ve önlerine çıkan her şeyi tarumar etmeye başladılar. Yangın ve talan Roma sınırına dayandı. Roma İmparatorluğu da Orta Avrupa’dan batıya doğru gelip sınırlarını ihlal eden bu barbar kavimlerle mücadeleye başladı. Ancak, sınıra gelen Barbarların Roma’nın başşehrini ele geçireceği dedikodusu, şehrin sokaklarında yankılanıyordu artık. İhtişamlı Bakire Roma, el değmemiş başkent, tehdit altında mı? Başşehrin düşmesi demek imparatorluğun düşmesiyle aynıydı. Çiçeği burnunda İmparator Konstantin (Büyük), bu korkunç tehlikeye karşı başkenti daha güvenli bir yere taşımaya karar verdi. Ulaklara haberler gönderildi ve en emniyetli toprak arayışına girildi. İmparatorluğun sınırları içindeki Yunanistan, İspanya, Fransa, Sicilya, Sardunya hatta Afrika’daki bazı yerler, Konstantin’e olumlu rapor edildi. Ancak Konstantin, Anadolu’daki bir isyanı bastırmak için gittiği sırada bir beldeye aşık oluvermişti. Buraya Byzas deniliyordu. Dorların kutsal şehri. Hatta bir yasak aşkın başkenti. İo’nun çocuklarını doğurduğu kıyılar.
İstanbul’u kim buldu?
İo, nehirler tanrısı İhanos’un kızıydı. Tanrıların kralı Zeus kış güneşi İo’yu görünce ona aşık oldu. Hera’ya sadık kalamadı. İo ile birlikte olmaya başladı. Zeus yine bir gün İo ile karısı Hera’ya yakalanmak üzereyken kendini bir buluta, sevgilisi İo’yu ise bir ineğe çevirdi. Hera, elbette Zeus’un aşk oyununa gelmedi. Eşinden ineği istedi. Onu Zeus’tan uzak tutmak için Argos Panoptis adlı canavarın mahzeninde esir tuttu. Zeus ise Hermes’i yollayıp Argos’u öldürttü. Hera’yı ne durdurabilir? İneğe dönüşen kış güneşi İo’ya bir sinek musallat etti. Firavun’un burnundan beynine girerek onu yok eden sinek, kanatlarındaki kanı İo’nun geleceğine döküyordu. Firavun yok olmuştu İo ise hayata tutundu. Bir Tanrıya aşkının kurbanı İo, sinekten kurtulmak için var gücüyle koştu, karşısına bir deniz çıkıverdi. Kendisini bu denizin serin sularına bıraktı. Kış güneşi yüzdükçe deniz ısındı, deniz ısındıkça İo yüzdü. Ve sımsıcak deniz, dalgalar içindeki İo’yu kendine yar etti. İo, kıyıya çıktığında kızını doğurdu. Adına Keroessa dedi. Kızı büyüdüğünde denizler Tanrısı Poseidon ile evlenecekti. Bu kutlu evlilikten ise Byzas doğacaktı. Tanrıların tanrısına yakışan yer de elbette ki Byzas’tı. İstanbul’un bugünkü Suriçi Yarıdaması. “Başkentimi buraya kuracağım” dedi ve dediğini de yaptı İmparator Konstantin. Ünlü mimarlar çağırıldı, planlar çizildi ve her şey hazırlandığında inşaatlara başlandı. Kölelerin alın terlerinin damladığı her duvar, her cadde, her yol için binlerce altın saçıldı ve öyle bir şehir yükseldi ki bu yarımadada görenler büyülendi. İsrailoğulları’nın zulmünden Nil’e saklanan Musa gibi aşkın nefrete dönüştüğü bir cehennemden kaçan İo’nun neslinin muhteşem kenti Byzas. Eski Byzas şehri kalıntıları üzerinde yükselen bu muhteşem başkent artık Konstantinopolis (Konstantin’in şehri) olarak anılmaya başlandı. Aşk mekânsal bir anlam kazanırken Konstantiniyye, alçalıp yükselerek kıyıyı döven dalgalara inat, hızla yükseldi yarımadada.
Penelope Müslüman mı?
İmparator Konstantin şehrin inşası için maddi bütün imkânlarını seferber etti. Başkent on beş on altı yılda tamamlandı. Bu muhteşem şehrin elmasları, incileri ise Roma’dan sevinçle koşup gelen bilim adamları, bürokratlar ve asiller olacaktı. İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in dünyaya teşriflerine henüz üç yüz yıl gibi bir zaman varken Roma, Hıristiyanlığı bir din olarak resmen kabul ediyordu. İmparator Konstantin de Hıristiyan’dı. Ancak Konstantiniye’de henüz tek tanrı inancı kalplerde makes bulmamıştı. Çok tanrılı bir inancı benimsemiş olan Roma halkının bir kısmı tek olan Allah’a inanmayı emreden Hıristiyanlığı kabul etmişken, bazıları buna inanmıyordu. Elbette her devrin bir firavunu vardır. Roma’dan Konstantin’in şehrine “vatan” diye koşup gelenler arasında bulunan asil bir Pers ailesine mensup, daha sonra ismi Hagia Eirene veya Azize İrini olarak anılacak olan Penelope de vardı. Havarî Penolope. Nil gözlü Penolope, muhteşem güzelliğiyle herkesi büyülüyordu. Ancak onun dış görüşünü değildi insanları kendisine çeken. O genç kız, Konstantinopolis’te, Romalılar arasında henüz saffetini kaybetmemiş ve devrin hak dini olan Hıristiyanlığı bir havarî gibi yaymak için dört bir yana koşturuyordu. Bu koşuşturma esnasında bazı sapkın Romalılar ayak dirediler. Sadece ayak diremekle kalmadılar Penelope’yi aşağıladılar, ona hakaretler yağdırdılar. Güzel Penelope yolundan döner mi? Cesareti güzelliğinin hep önünde olan Penelope’ye karşı güç yetiremeyince eski paganist dinlerin taraftarları, söz ve fikirlerinin tükendiği yerde, tarihteki birçok misalde görüldüğü gibi şiddete başvurdular. Bir gün Penolope’yi yakaladılar. Aralarına aldılar. “Dininden dönersen canını kurtarabilirsin.” Penelope direniyordu. Olmadık hakaretlere maruz kalan, işkence edilen Penolope en son, bir tanesinin bile zehri binlerce insanı öldürebilecek kadar güçlü yılanların kuyusuna atıldı. Ah kahredici yılanlar kraliçesi Medusa, Penolope’yi nasıl da korudu. Fısıltıyla inen zehirli gecenin sabahında kuyunun başına geldiklerinde Penolope’yi ölmüş bulacaklarını düşünen müşrikler, şaşkınlıktan büyümüş gözlerle birbirine baktılar. Yılanların hepsi bir köşede sanki Penolope’ye secdedeydi.
Zulme karşı aşk
Bu kadın büyücü olmalıydı. Nasıl ölmemişti? Büyücü. Penolope’yi taşlamaya başladılar. Ancak tek bir taş bile Penolope’ye isabet etmiyordu. Taş şeytana değer. Sonunda taşlar bitmiş, yorgunluktan hepsi yere serilmişti. Böyle olmayacaktı. Yetiş Roma usulü işkence ve ölüm. Hipodromun (At Meydanı- Sultanahmet Meydanı) bir çift at getirildi. İki atın arkasına ayaklarından bağlandı güzel Penelope. Atlar, vurulan sopaların bedenlerinde açtığı yarayla adeta uçtular hipodrom meydanında. Penolope atların ortasında dörtnala, parçalanırcasına sürüklendi. Kimi gözyaşı dökerek, kimisi sevinçli, yüzlerce insan hipodromda bu manzarayı seyrediyordu. Gladyatörlerin birbirlerini lime lime doğradığı, korkutucu ve öldürücü at ve araba yarışlarının yapıldığı, zevk için insanların aslanlara parçalatıldığı hipodromda, bugün Penelope vardı. Atlar yoruldu, biniciler kan ter içinde kaldı ama Penelope’nin yüzünde bir çizik dahi yoktu. Derin derin soluyan atların burunlarından ve vücutlarından çıkan buhar bazı gözleri perdelerken bazı gözler bu olay karşısında adeta şok geçirmiş bir insanın gözleri gibi açılmıştı. Birçok insan oracıkta tek Allah’a inandığını haykırdı. İnanmayan azınlık, inananlar karşısında boynu büyük meydandan ayrıldı. Atların solukları normale dönerken Penelope’nin ayakları çözüldü ve bırakıldı. O günden sonra Penelope’yi gören olmadı ama Hıristiyanlık, ışık hızında yayıldı Konstantinopolis’e. Şehir altık sulh ve emniyetle anılmaya başlanmıştı. İmparator Konstantin tarafından bu barış ve sükûnetin tacı olarak Penelope’ye “Mukaddes Sulh” manasına gelen Hagia Eirene veya Aya İrini (Azize İrene) adını verdi. İmparator Konstantin, Penolope’ye yapılanlar karşısında bir özür olarak sadece Azize İrini demekle yetinmedi. Bugünkü Topkapı Sarayı civarına inşa ettirilen İmparatorluk Sarayı ve forumunun yakınlarındaki eski paganist Jüpiter Tapınağı’nın üzerine, Konstantinopolis’teki ilk kiliseyi yaptırdı. Bu kutsal mabede Aya İrini ismini verdi. Putperestlerin korkunç zulümlerine karşı inancından bir dirhem taviz vermeyen Azize Penolepe, yıllar içindeki yangınlara da direnecektir. Ve yaklaşık bin dört yüz yirmi yıl sonra Fatih Sultan Mehmet çağ açıp çağ kapatırken, Konstantinopol’ü İstanbul yapmakla kalmayacaktı. Sadece eşyanın değil mananın da fethine inmiş olan bu bilge Sultan, inandığı dinden ve Allah’tan dolayı zulme uğramış Penolope’ye de cihadın ve fethin bir yıkım değil bir fecr olduğu hissettirecek, onu bir Müslüman gibi onurlandıracaktı.
Fatih’in hoşgörü abidesi dünyaya tek örnek
Konstantiniye fetih olunmuştu evet. Bir saray yaptırmak gerekiyordu ve o sarayın inşası da başladı. Sarayın yapılacağı alanda bulunan Aya İrine Kilisesi’ni ne yapılacağını soran mimarların kulağına fısıldayıverdi söyleyeceklerini Fatih Sultan Mehmet. Ve Topkapı Sarayı’nın dış surları, bir kutlu akarsu gibi Ayasofya ve Aya İrini’nin arasında bırakıldı. Aya Sofya, Fatih’in emriyle camiye çevrilirken, Aya İrini, Topkapı Sarayı Külliyesi’nin içinde bırakıldı. Camiye de çevrilmedi. Penolope’nin nam-ı diğer Aya İrini’nin kutsal mekânına Osmanlı Devleti’nin ve Sultanının hazinesi emanet edildi. Sultan Fatih bu mekânı, tarihten kendisine sunulan bir kutlu emanet gibi muhafaza etti. İçerisindeki hiçbir resim ve kabartmaya dokunmadı. Fatih’ten sonraki padişahlarca da aynı hürmeti gören Aya İrini Kilisesi, Osmanlı’nın son yüzyılına kadar bu durumunu korudu.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.