Gözde Üniversitelerimizde Aslında Olan Ne?
Devletimizin kendine ait bir kurumunda, hocalarının maaşını, öğrencilerden bazılarının bursunu ödeyen devletimizin kendine ait alanında yani bir kamu alanında teröristler topluluğu PKK’nın marşı çalınıyor, bu hainleri övücü sloganlar atılıyor, okusunlar diye her türlü imkanı önlerine serdiğimiz geleceğimizin umudu gençlerimiz, devletin polisine ‘Katil polis’ naraları atıyor, rektörleriyle alaycı bir şekilde konuşuyorlar. Gelişmeleri herkes okumuş ve izlemiştir, uzun uzun bunları tekrar etmeme gerek yok. Bu öğrenciler, hocalarından ya da belli çevrelerden destek almadan böyle bir hadsizliğe kalkışamazlar.
Boğaziçi, ODTÜ vs. gibi kurumlarımız bu gücü, cesareti nereden alıyorlar? Ülkemizin en başarılı öğrencilerini lise yıllarından itibaren kaparak, onlara yurtdışında eğitim desteği sağlama gücü sözü vererek önce ebeveynlerin kanına girerek elbette. Bu noktada hepimizin kabahati olduğunu da söylemem gerek. Soruyorum size, çocuğunuz çok başarılı bir talebe olsa onu hangi üniversiteye gönderirsiniz, tabi ki Boğaziçi, ODTÜ, Yıldız Teknik gibi üniversitelere. Yüz civarında üniversiteye değil de neden buralara? Bu üniversitelerin gücü nereden kaynaklanıyor, bunu da hepimiz biliyoruz; Robert Kolej, Saint Josef, Işık, İstanbul Erkek Lisesi gibi ortaöğretim kurumlarına kadar indiğimizde sürecin kökenini çok net bir şekilde kavrayabiliriz.
Gündemdeki olayımız Boğaziçi olduğuna göre buradan hareket edelim ve vak’ayı somutlaştıralım. Yeni Akit gazetesinden Hüseyin Öztürk çarşamba günkü köşe yazısında Boğaziçi, Robert Kolej vakasının serencamını çok güzel bir şekilde özetledi okurlarına. Anlatacaklarımızın bundan sonraki kısmına Öztürk eşlik etsin müsaadenizle…
‘Hırsız içeriden olunca anahtarı bulmak kolaydır derler. ‘Tanzimatçıların ileri gelenlerinden Ahmet Vefik Paşa hırsıza anahtar verenlerdendir. Boğaziçi Üniversitesi’nin yani Robert Kolejinin arsası onundur ve bile bile satmıştır.’ Evet evet aynen bildiğimiz Ahmet Vefik Paşa, hani okullarda çocuklarımıza öve öve bitiremediğimiz, büyük edebiyatçı diye anlattığımız Ahmet Vefik Paşa’nın ta kendisi.
Sözde modernleşme maceramızın sacayaklarından Tanzimatçılar sahnededir yine; ‘Tanzimatçıların ilk ihaneti, Osmanlı topraklarında yabancı okul statüsünde eğitim kurumu açılmasını sağlamak olmuş, “Bebek İlahiyat Okulu ve Robert Koleji” açılmıştır. Bu okullarda ilk yasaklanan husus şudur: “Osmanlı”, “Osmanlı Türkleri” ve “Müslüman Türkler” demek yasaktır, sadece “Türkler” dedirtmişlerdir.
Bu talimatla da yetinilmemiş, her fırsatta Türk ismi geçtikçe, mutlaka olumsuz haberler yayarak, yabancılara karşı düşmanlıkları artırmış, tahrik edilmiş, devlet sürekli olarak her ortamda eleştirilerek, birtakım haklar istenmesi sağlanmıştır.’ Bu okulların kuruluş amaçlarını ve misyonlarını şimdi bir kez daha hatırladınız değil mi, ne oluyor da bu gençler üniversitede bu hale geliyorlar sorusunun cevabı işte bu izler: Dininden, Türklüğünden çaktırmadan, sabır ve büyük bir inançla ince ince dokuyarak uzaklaştırmak.’
Hüseyin Öztürk yazısının devamında Ahmet Vefik Paşa’nın ihanetine giden sürecin öncesini de aktararak, Robert Kolejin kuruluşunu hatırlatıyor;
‘1859 yılına kadar bir Amerikan Board misyoneri olarak çalışmış olan Robert Kolejin kurucusu Cyrus Hamlin, İslam düşmanlığı üzerine tasarladığı kolejde, İncil’in dini ve ahlaki eğitimin kaynağı olacağını, açıkça vaaz edileceğini, İncil’in okunarak sabah ve akşam dini ayinler yapılacağını şart koşmuştur. Merak edenler Cyrus Hamlin’in hatıratını okuyabilirler.
Hamlin o kadar kibirlidir ki, Tanzimatçıları “acuzeler” olarak görür ve gösterir. Bu acuzeler, onursuzluklarını Hamlin’e bir nişan vererek ödüllendirmek isterler ama Hamlin bu nişanı almayarak şöyle der: “Bir Amerikan vatandaşı, Osmanlı devlet nişanı alacak kadar küçülmez”.
Hamlin, Osmanlı topraklarında Amerikan kolejini açmaya, Robert adında zengin bir bağışçıyla başlar. Kolej için arazi beğenme niyetiyle Boğaz’ı keşfe çıkar.İlk baktığı yer, Boğaziçi Üniversitesinin bugünkü arsasıdır. Hayli yüksek bir fiyat istenir. Aradan zaman geçer ve o arazi bir anda kelepire düşüverir. Arsanın sahibi Tanzimat bürokratlarından Ahmet Vefik Paşa’dır.
Paşa, Paris’teki sefareti sırasında hayli müsrif bir hayat yaşar, borç batağından kurtulabilmek için elinde avucunda ne varsa yok pahasına satmak zorunda kalır ve elindeki en kıymetli arazi de Robert Koleji’nin arsasıdır. (…)“Robert Kolejinin kurucusu Hamlin, Hisardaki surların tepesine çıkarak, İstanbul’a baktıktan sonra; ‘Fatih bu şehri buradan fethetmiş, ben de bu milletin kültürünü aynı tepeden fethedeceğim’ diyerek okulun temelini attırır. Tabi bu satış Abdülaziz’in devrinde gerçekleşmiştir ve Ahmet Vefik Paşa, Abdülaziz’i de aldatarak bir de inşaat izni alıvermiştir. II. Abdülhamid devletin başına geçtiğinde bu hadiseye çok üzülür ve Ahmet Vefik Paşa öldüğünde, Paşanın vasiyeti gereği naaşının Eyüp’teki aile kabristanına gömülmesine müsaade etmeyerek, Protestanlara sattığı arazinin hemen önünde defnettirir.’
Hüseyin Öztürk makalesini; ‘Paşa ektiğini biçmiş, layık olduğu şekilde defnedilmiştir. Hâlâ onun faturası ödenmektedir.’ cümlesiyle bitirirken bize de tercüman olur.
Yayınlandığında büyük ilgi gören, fakat toplatıldığı için piyasada bulunamayan ‘Erguvaniler’ gibi kitaplarda Vefik Paşa ve akrabası Talu’lar(gazeteciler Oylum, Umur Talu; yazar Ercüment Ekrem Talu, Recaizade Ekrem ) ile benzeri güçlü ailelerin ellerinin nerelere uzandığını, nelere muktedir olduklarını ilgiyle okuyabilirsiniz, olayları daha net göreceğinize garanti verebilirim.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.