İyilerin Zehir İçtiği Yer
“Devlet”, diyor Nietzsche, “iyilerin ve kötülerin, herkesin kendini kaybettiği yer...” İyilerin ve kötülerin zehir içtiği yer, diyor sonra devlet için. Sokrat’a telmihte bulunuyor bu sözüyle Nietzsche. Sokrat’ın öğrencisi Platon’un, bizdeki söylenişi Eflatun’dur, ve takipçilerinin doğal bir aygıt olarak temellendirdiği devlet düşüncesinden ilk çağ filozoflarının yeniden kıymete bindiği 18-19. yüzyıllara gelindiğinde devletin varlığını doğal ya da mecburi kabul eden dayatmacı felsefelerin karşısında, adil bir şekilde devlet olmadan da toplumların var olabileceğini savunan anarşist fikirler çıkıyor ortaya. Sokrat’ta olduğu gibi, modern çağlarda da siyaset felsefesinin ilk sorusu ve sorunu adalet kavramı etrafında şekilleniyor.
Misal olarak devleti Tanrı’nın yeryüzündeki yürüyüşüne benzeten Hegel’in zihniyetini de adaletin yerini bulup bulmadığı bir düzenin varlığı sorunundan yola çıkarak irdelemek sanırım daha isabetli olacaktır. Devletin zorunluluğuna tanrısal bir önem atfetdilmesi, anarşistler gibi bana da tuhaf geliyor. İnsanların elleriyle, fikirleriyle inşa ettiği düşünsel yapılar bütünüyle tanrısal bir anlam taşımaktan uzaktırlar. Bu tür imalar, adilane hükmedilmek ve uyum içerisinde yaşayabilmek umuduyla iradesini, yanılmaz kabul ettiği bir üst akla teslim eden bireylerin sadakatini kazanma amacı taşır sadece. Üst irade, yani devlet hak ve nısfet üzere toplumsal ihtiyaçları tanzim etmeli, duyarlılıkları korumalıdır her koşulda.
Bu arada ilk çağ demişken siyaset biliminde Platon’a atıf yapılmamış bir eser neredeyse yoktur. Magnum opus kabul edilen Devlet’in omurgasını teşkil eden fikirler, gücünü, şimdilerde o çok kutsanan demokrasinin çatısını oluşturan Atina seçkinleri tarafından ölüme gönderilen Sokrat’tan alıyor. Doğrularını hayatı pahasına söyleme kararlılığını gösteren hocasına reva görülen muamele Platon’da derin bir hayal kırıklığı yaratmış ve zeytin dallarının (bugün zeytin dalı bizim için barış ve huzur demek) gölgelediği bahçesine, kendi dünyasına çekilmişti. Sokrat, yönetici elitle yaşadığı çatışma, devlet mekanizmasının eylemlerinin erdemliliğine yönelttiği eleştirel fikirler bakımından artçıları diğer ilk çağ bilgelerinden peygamberî misyona daha yakın bir yerde kıymet görür vicdanımızda.
Sokrat, kendisini mahkûm edenler karşısında yaptığı son savunmada, kendini toplum adına söz söylemeye tek yetkin merci olarak gören rejim elitlerine huzursuzluk veren bir at sineği olduğunu söylüyordu. Bugün de bir yerlerde devlet organizmasına nüfuz edip yuvalanmış adaletsizlerin üzerinde vızıldayan, devletin kirlenmiş ruhaniyetini huzursuz eden at sinekleri var mıdır, bilmiyorum. Ancak tarihin sahnesinden, devletlerin zulümlerine icazet veren, misyonlarına ihanet etmiş asalak aydın ve fikir adamlarının eksildiği hiç ama hiç görülmemiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.