Nasıl dayanacaklar
Böyle çok sıcak bir yaz ayına rastlayan Kurban Bayramını geçirmek üzere aile fertlerini Kahramanmaraş’a göndermiştim. Bayram vaazını Şehzadebaşı Camisinde yapmak için İstanbul’da kalmam gerekti. Öğle vaktinde İstanbul Eyüp Sultan semtindeki Topçular Camiine gittim. Hocası Tokatlı Osman Hoca, İki ayağı kesik İsmail Efendi’den ders okumuştu. İslâmiyete hizmet edecek ve sağlam inançlı bir genç olduğu için tayinine yardımcı olmuştum. İki ayağı kesik İsmail Efendi, Anadolu’dan gelen gariban gençlere Fatih Camisinin yanı başındaki medresede Arapça ve Kur’ân-ı Kerîm dersleri okutuyordu. Nitekim bir zamanlar İstanbul’un her köşesinde âlimlerin ders halkaları vardı. Anadolu’dan gelen gençlere ve üniversiteli gençlere karşılıksız ders okuturlardı. Üstelik bir de burs verirlerdi. Dahası bir ticaret ehlinin ilme düşkünlüğünden dolayı, bir üniversiteli öğrenciye İbn Manzûr'un on ciltlik Arapça "Lisânü'l-Arab" adlı lügat kitabını hediye ettiğine şâhid oldum. Her tâcir, bilhassa imânlı üniversiteli gençlerin tahsil hayatlarına katkıda bulunmanın, en iyi dünya ve âhiret yatırımlarından biri olduğunu bilmeli ve bu hususta vazifemi ne kadar yerine getirebiliyorum diye kendini sorgulamalıdır. Sözkonusu bu üniversiteli gençlerden birçoğunun Ankara'da devlet büyüğü olduklarını biliyorum. Aslında günümüzde de ulvî gayeler için bu şekilde dersler verilmelidir.
Topcular Camisinin bitişiğindeki Dökümhaneyi gördüm. Küçük bir pencereden içeriye baktığımda, sürekli terleyen ve bol miktarda su içen işçiler, kor ateşin üzerindeki nar gibi kızarmış demirlere şekil veriyorlardı. Aman Allah’ım! Hemen aklıma cehennem ateşi geldi. İnsanlar ne pervasızlar, hangi cüretle günah işleyebiliyorlar dedim.Dünyaya 150 milyon kilometre uzaklıktaki güneşin sıcağına dayanamazken, cehennem ateşine nasıl dayanacaklar diye hayıflandım.
Mü’minlere mükâfat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet ve kâfirlere azap için hazırlanmış olan Cehennem (şimdi) vardır. Her ikisini de, Allahü teâlâ, yoktan var etmiştir. Kıyâmette her şey yok edilip, tekrar yaratıldıktan sonra, ebedî olarak varlıkta kalacaklar, hiç yok olmayacaklardır. Süâl ve hesaptan sonra, müminler Cennete girince, burada sonsuz kalacaklar. Cennetten hiç çıkmayacaklardır. Bunun gibi, kâfirler de, Cehenneme girince, Cehennemde sonsuz kalacaklar, ebedî olarak azap çekeceklerdir. Bunların azaplarının azaltılması câiz değildir. Nitekim “Onların azapları hafifletilmeyecek, onlara hiç yardım olunmayacaktır.” Meâlindeki âyet-i kerîme meşhurdur. Kalbinde zerre kadar imânı bulunanı, günahlarının çokluğu sebebi ile Cehenneme soksalar da, günahları kadar azap edip, sonunda, Cehennemden çıkarılır ve onun yüzünü siyah yapmazlar. Kâfirlerin yüzleri ise, siyah yapılır. Müminleri Cehennemde zincirlere bağlamazlar. Boyunlarına tasma takmazlar. Böylece kalplerindeki zerre imânın hürmeti, kıymeti belli olur. Kâfirleri ise, kelepçe ve zincirlere bağlarlar.
Bu arada Peygamberler (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât), sonra sâlih kullar yani Evliyâ-i kirâm kaddesallahü teâlâ esrârehümül-azîz), Allahü teâlânın izni ile, günahı çok olan müminlere şefaat edecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz, “Ümmetimden büyük günahları olanlara şefaat edeceğim.” buyurmaktadır. Allahü Teâlâ, bizleri de Hazret-i Muhammed (salllahü aleyhi vesellem)’in ümmetinden eylesin ve Habîb-i Kibriyâsının şefaatına mazhar buyursun.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.