Seçimin genel yorumu
2011 yılında neredeyse halkın yüzde 50’sinden oy alarak büyük bir çoğunlukla iktidarını tazeleyen AK Parti’ye karşı gerek Türkiye’de gerekse dünyada örgütlenmeye çalışılan muhalif dilin 2013 yılından itibaren şedit bir nitelik kazanmaya başladığı görülmüştü. 2013 Mayıs ayında ilk kez gündeme getirilen Çözüm süreci dolayısıyla başlatılan karşı kampanyanın en önemli uğrak noktalarından biri elbette Gezi protestoları oldu.
İkinci kertede ise 17-25 Aralık darbe kalkışmaları geldi. Bu yıpratma kampanyalarının ilk etkisinin 2014 Mart’ında gerçekleşen yerel seçimlerde görüldüğünü belirtmek gerekir. Yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara gibi önemli büyük şehirlerde önemli oy kayıplarına uğradı AK Parti. Buna rağmen belediye başkanlıklarını kazanmayı başardı.
Yerel seçimlerden hemen sonra yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilirken aldığı oy miktarının yerel seçimlerde görülen oy kaybını kısmen görünmez kıldığı bile söylenebilir bu yüzden.
Yerel seçimlerde yaşanan bu büyük düşüşe karşın genel seçimlerde oyların korunacağına ilişkin AK Parti çevrelerinde korunan iyimser hava 7 Haziran seçimleriyle beraber ortadan kalktı. Türkiye genelinde yüzde 9 civarında bir oy kaybına uğradı AK Parti. Bundan da önemlisi tek başına iktidar olma şansını yitirdi.
Türkiye’nin tarihsel yürüyüşünden rahatsız olan iç ve dış mihrakların amaçladığı sonuç gerçekleşti bir bakıma. Seçim sonuçlarıyla birlikte kazananların Türk halkı olmadığını, benim “fuller koalisyonu” olarak nitelediğim iç ve dış mihrakların birlikteliği olduğunu söyleyebiliriz.
Bu seçim sonuçlarında iç ve dış mihrakların kurduğu tuzakların etkisi büyüktü elbette, ancak seçim sonuçlarının sorumluluğunun tamamını bu çevrelere ciro ederek davranması öncelikle AK Parti’nin atacağı yanlış bir stratejik hamle olacaktır. En azından bu tuzaklara karşı AK Partililerin daha dirençli, daha dayanıklı bir seçim stratejisini gütmeleri gerektiği açıktı. Fakat AK Parti bunu başaramadı.
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın deyimiyle AK Parti karşıtı çevrelerin “koçbaşı” HDP’nin söylemsel hegemonyası altında geçti seçim süreci. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, gerekse Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun miting konuşmaları bu hegomonik göstereni parlatmaya yaradı.
Yine AK Parti’nin görece sönük seçim kampanyasında etkin olan unsurlar da zayıf politik söylem ve gelecek tasavvuru olarak ortaya çıktı. Ekonomik tedbir paketlerine yer vermeyen bu söylemsel seçim dili başarısız kaldı. Listelerde yapılan birçok hata da buna eklenince oy kaybı kaçınılmazlaştı bir yerde.
Yine de bütün bunlara karşın AK Parti’yi hepten başarısız göstermek zor. Öncelikle AK Parti’nin içinde yer almayacağı hükümet formüllerinin yetersizliği diğer partilerin seçimden zannedildiği kadar başarılı çıkamadıklarını göstermeye yetiyor.
Diğer yandan barajı aşan partinin eş başkanının her mikrofon bulduğunda AK Partisiz bir hükümet modelinden dem vurması ise Mayıs 2013’te başlatılan Çözüm Süreci’nden ilk vazgeçen tarafın hangi taraf olduğunu göstermeye yetiyor. Bundan böyle AK Parti’nin de bu süreç üzerinde ısrarcı olacağını ummak yersiz olacaktır.
Konuyla ilgili yazılara devam edeceğiz. Şimdilik yüce Allah’ın şu güzel ülkeyi muhtemel bela ve musibetlerden korumasını dilemekten başkaca bir şey ne elimizden ne de dilimizden geliyor.
,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.