ULUSLARARSI SELÇUKLU TARİHİ COĞRAFYASI
Geçen hafta Konya’da olukça önemli bir Sempozyum vardı: Uluslararası Selçuklu Tarihi Coğrafyası (Suriye, Irak, Filistin) Sempozyumu.
Başkanlığını Prof. Dr. Ahmet Çaycı kardeşimizin yaptığı bu şölen, Türk Tarih Kurumu, NEÜ Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Selçuklu Belediyesi’nin ortak çalışması olarak gerçekleştirildi. Ana teması Selçuklu tarihi ve bu tarihin yayıldığı coğrafyanın tespiti, Orta Asya’dan başlayarak Akdeniz’e uzanan coğrafi sınırlar ve bu coğrafya üzerinde oluşturulan hâkimiyet süreci, Suriye-Irak- Filistin bölgesindeki Selçuklu varlığının kronolojik tespiti ve günümüze kadar gelen yönlerinin ortaya kondu. Bu bölgede günümüzde yaşanan hareketliliğin sebep olan süreçlerin sebep-sonuç ilişkileri bu bağlamda ele alındı.
Bazı milletler tarih yazar, bazıları da yazılan tarihte küçük roller alır. Berthold Brecht, “yenilenlerin tarihini, yenenler yapmıştır” der. Türk Milleti tarihi yapanlar arasındadır ve halen de yapmaktadır.
Tarih yazılsın diye yapılmaz, kazanınca yazılır. Tarih yazanlar savaşlar, galibiyetler veya mağlubiyetleri ile değil medeniyetleri ile yazarlar. Bunun için de en iyi araç sanattır. Bu Sempozyumda bu konu daha iyi anlaşılıyordu. , küstürülmüş ve saati durmuş saat kuleleri, askersiz kışlalar, herbir köşesinde kan izleri bulunan kale burçları, cemaatsiz camiler mahzundu; daha da ötesi sahipsizdi.
Sempozyumda dikkati çeken yörelere bakar mısınız: Suriye, Irak, Filistin. Herbiri Selçukludan, sonradan da Osmanlı’dan tarihe hediye edilmişti. Şölende genç ve yaşlı kuşaklar, genç araştırmacılar, tarihe ve sanata değer veren gönüllüler vardı. Kimi hat, kimi kündekâri, kimi de tezhiple ilgileniyordu. Atalarından kalan mirası ileri kuşaklara taşımak, maksatla koparılan tarih şuurunu aktarmak, nesilleri bağlamak için yeniden yaşatmak istiyorlardı. Her bir Selçuklu beldesi bu düşünceyi ispata yeterdi. Üç il de şu an işgal altında, birilerinin Türkün tarihinden intikamı almak için inim inim inletiliyordu.
Genç kuşaklar bunu da söyledim: Gençler tarihçi değilim ama görülen odur ki, kuşakları birbirine bağlayan en önemli köprülerden biri de sanattır. Zannederim bu beldelerde yapılan tahribatlar ve katliamlar sanki bu köprüleri yıkmak için bilinerek yapılıyor dedim. Şam’dan, Halep’ten, Bağdat’tan, Sincar’dan, Beyrut’tan, Filistin-Kudüs’ten gelen minyatürleri ve gelen resimleri görüp de içlenmemek işten değildi. Bunu bırakın ülkem araştırmacılarını, dünyanın her tarafından gelen ilim insanları da bu duyguyu teyit ediyordu. Adı Roman olan bir Rus araştırmacı hem de Türkçe konuşarak bize ait olan bir sanatı bize anlatıyordu. Selçukluyu reddeden, Osmanlı’yı yok sayan, Anadolu’da Türkün coğrafyasını Cumhuriyet ile başlatan soysuzlar dahi Roman kadar tarihe, sanata ve geçmişe saygılı değildi.
Bu arada benim misafirim iki Sudanlı bu şölen için gelmese de ilk defa tanıdığı ve gördüğü Türkün tarihe damga vuruşundan çok etkilendi. Onlara Hartum ’da ki tarihi Osmanlı Camii Meccid-i Kebir’den, Sevakin Adasında ki Hanefi Camiinden bahsettim. Ecdat böyle idi. Zülüm yerine adalet, sömürü yerine medeniyet, tahrip yerine tarih ve sanat götürmüşlerdi Sudan ahalisine.
Son yıllarda İslam veya İslam dışı beldelerde yapılanlara bakınız. Medeniyet, demokrasi, adalet adı altında ölüm, zulüm, tahrip götürenler tarih yazmamış, oynamışlardır. Yazıklar olsun ki ikide bir “Batı” diyenlere ve onlara hayran olanlara. Yazıklar olsun kendi tarihini ve kültürünü tanımayanlara. Üzülünür bu medeniyetleri görmeden göçüp gidenlere.
Bu medeniyetleri ayağımıza resimlerle de olsa getirenlere teşekkür etmek, nesilleri ve değerleri birbirine bağlayanlara şükran sunmak gerekir. Bu arada bu tür şölenlerin devamını da getirmek bu sahada en büyük arzumuz olmalıdır.
Saygı ve muhabbetle.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.