“Yazılı kaşık”
(Çanakkale savaşıyla ilgili, hiç yayınlanmamış gerçek bir hikaye)
Ahmet oğlu Abdullah, askere çağırılmıştı. Askere alınanlar kısa süreli bir savaş taliminden sonra Çanakkale’ye, cepheye sevk ediliyordu. Abdullah, ailenin tek evladı olduğu için bedel verip, askere gitmeme hakkı vardı. Babası erken ölmüştü. Abdullah çok yakışıklı, yiğit bir delikanlıydı. Maddi durumu da bedel ödemeye müsaitti. Kısa süre önce bir de kızı olmuştu. Bu ilk çocuğuydu. Herkes bedel verip, askere gitmemesi için ona ısrar ediyordu. Ama bu ısrarlar boşunaydı. O, hiç tereddüt etmeden Çanakkale’ye gitmeyi, vatan savunmasında yer almayı seçti.
Bir süre sonra köye yaralı getirildiğinde sağlık durumu hiç iyi görünmüyordu. Köyün girişinde onu görenler tanıyamadılar. Onu bir yabancı sandılar. Evine gelince ailesi bile ilk anda onu tanıyamadı. Yanında refakatçi gelen askerler onu ailesine teslim ettikten sonra kısa bir yemek molası verip, hemen geri döndüler.
Çanakkale’de yaraları bir süre tedavi edildikten sonra iyileşmenin uzun süreceği anlaşılınca Abdullah’a altı aylık tebdil hava (sağlık izni) verilmişti. Ama O, köyüne uzun süren, zor bir yolculuktan sonra ulaşabilmişti. Bu esnada üstü-başı paramparça olmuş, saçı- sakalı birbirine karışmış, toz-toprak içinde, çok pejmürde bir haldeydi. Ayrıca yaralarına kurt düşmüş, her yanını bit sarmıştı. Yakışıklı, babayiğit Abdullah’ın yerinde acınacak halde, adeta çökmüş bir Abdullah vardı. Yaşayıp yaşamayacağı da belli değildi.
Allah’ın izni ve köydeki, geleneksel tedavileri iyi bilenlerin yakın ilgisiyle Abdullah günden güne daha iyiye gitmeye başladı. Ailesi onun için çoğu kez uykusuz geceledi, başında nöbet bekledi. Bazen umutları azaldı üzüldüler, bazen iyileşme belirtileri görüp sevindiler. Derken sofraya oturup, yemeğini kendisi yiyebilecek duruma geldi. Misafir diye, sofrada Onun önüne evdeki en iyi kaşığı, “yazılı kaşığı” koyarlardı hep. O zamanlar metal kaşık yoktu, ağaç kaşık kullanılırdı. Kaliteli kaşıkların sapında ustasının adı, özlü sözler vs. yazılı olurdu.
Zaman ilerledikçe Abdullah tamamen iyileşti. Tarih boyunca savaşmak zorunda kalmış olan Türk Milleti’nin köylerinde bile savaş yaralılarını tedavi etmede iyice ustalaşmış kadın ve erkeklerin bulunmasından daha normal ne olabilirdi? Bunlar, Abdullah’ın yaralarını Çanakkale’deki Doktorların öngördüğü süreden daha kısa sürede iyileştirdiler. Bu esnada bu tür hekimliği Abdullah’ın eşi de öğrenmiş, köyde bir hekim daha yetişmiş oldu.
Abdullah, iyi tedavi, bakım ve ihtimamla tekrar eski haline gelmişti. Kızı da biraz daha büyümüş, “baba” demeye başlamıştı. Abdullah çok zor günler yaşamış, çok acılar çekmiş, aylarca ölümün eşiğinde yaşamıştı. Herkes, Abdullah’ın bütün bu olanlardan sonra artık bedel hakkını kullanıp, tekrar Çanakkale’ye dönmeyeceğini düşünüyordu. Ama O, “tekrar döneceğim” dedi. Gitmemesi için yapılan bütün ısrarlara rağmen Çanakkale’ye cepheye tekrar döndü. Gitme diyenlere “ Orada benim gibi daha nice ana kuzuları çarpışıyor. Siz Çanakkale’deki durumu bir görseydiniz, siz de burada duramazdınız, siz de giderdiniz”, dediğinde herkes susuyordu. Cepheye döndüğünde tedavi izni henüz bitmemişti.
O gittikten sonra, sofrada onun önüne konan “Yazılı kaşık” sofraya geldikçe kızı o kaşığı alıp, “baba, baba” diyordu. O böyle yaptıkça evdekilerin üzülüp, ağladığını bilecek yaşa gelen küçük kız, nihayet bunu bıraktı. Aradan çok zaman geçmeden Çanakkale harbi de sona erdi. Zaten bir yıl kadar sürmüştü. Sevinç içinde Abdullah’ın yolunu gözlemeye başladılar. Şehit olanların künyesi gelmiş, Abdullah’ın künyesi gelmemişti. Deme ki o hala hayatta diyorlardı.
Fakat günler, aylar geçti, Abdullah gelmedi. Önceleri, bir hastanede belki yine tedavi görüyordur diye ümitlendiler. Sonraları esir düşmüş olabilir, yarın çıkıp gelir diye teselli edildiler. Ama hepsi nafile, ne gören, bilen, nede bulabilen vardı onu. Sanki yer yarılmış, o içine girmişti. Gerçi Çanakkale savaşında siperlere düşen büyük gülleler, oradaki askerleri paramparça etmenin yanında çok miktarda toprağı da havaya savuruyordu. Bu durumda cesedi toprak altında kalıp, kaybolanlar da sıkça oluyordu. O can pazarında belki bu yüzden kayıtlara giremedi Abdullah, kim bilir? Belki de buna benzer bir sebepten, şehit listelerinde adı geçmiyor.
Annesi, eşi ve kızından ibaret olan ailesi, Allah’tan hiç ümit kesmediler. Ama savaştan sora Abdullah gelmeyince “yazılı kaşığı” artık sofraya koyamadılar. Çocuk, “yazılı kaşığı” alıp, “baba” demiyordu artık ama o kaşığı sofrada görmek şöyle dursun, hatırlamakla bile herkesin lokmaları boğazında kalıyor, hiçbiri yemek yiyemiyordu. Buna alışmak mümkün değildi. Abdullah’ı kalplerine gömdüler, “Vatan sağ olsun”, dediler. Aziz şehitlerimizin de, geride kalan eş ve çocuklarının da, hepsinin ruhu şad olsun.
Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyiniz. Bilakis onlar diridirler ama siz bunu anlayamazsınız” Bakara, 154.
“Hayırda önde olanlar, ödülde de öndedirler” Vakıa,10
NOT: Anlatılan kişi Ermenek’in Lafsa Köyünden Ahmet oğlu Abdullah’tır. ( Köy, şimdi Başyayla İlçesi’nin Kirazlı Yayla Mah.dir.) Hikayedeki küçük kız, Şehidin tek çocuğu olan kayın validemdir. Hem ondan, hem de başkalarından birçok kez dinlemiştim bu hikayeyi. Şimdi dahi bilenler çoktur. Allah milletimize, devletimize zeval vermesin. Allah’a emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.