Yetimlere yardım edenlerden Allah razı olsun
Geçen Cuma günlerden birinde yirmi kadar hemşehrimizle birlikte kısa bir televizyon çekimi izledik. Yurt dışında özellikle de Afrika’da faaliyet gösteren Konya kökenli bir derneğin faaliyetleri bize çok etki etti. Geriden bu faaliyetleri pek tanımamakta biraz da şüphe ile bakmakta idim. Hatta fakültede bu tedirginliğimi ifade ettiğim bir profesör kardeşimiz birkaç yıl önce beni şöyle uyarmıştı; “hocam, farz-ı kifaye ile uğraşıyorlar, Allah razı olsun, biz yapamıyoruz, böyle konuşmayalım”. Doğru söylemişti. Bizim şüphe ile bakma hakkımız, ancak işin ucundan tuttuğumuz takdirde olabilirdi. Biz gerideyiz, çenemiz de durmalı idi.
Gördüğümüz bu yarım saatlik faaliyet yetimlere aş ve iş temininden tutunuz, okul, medrese iş ocağı açmağa, su ve kuyu teminine ve süt keçisi teminine kadar birkaç işi birlikte yapmakta idi. “Kırk tür yardım vardır, en iyisi de sağmal keçi vermektir-Hadis” şeklindeki bir yazıyı da ilk kez bu seyrettiğimiz belgeselde duydum. Efendimizin böyle bir sözünün olduğunu duymamışım.
Bu tür faaliyetler ister istemez bizi tarihimize bakmağa sevk etmektedir. Bizler yüz sene öncesi kadar bu bölgeleri bugün bilmemekteyiz. Bu faaliyetler için mutlaka eski birikimlerin, devlet hafızasının kullanılması ve onların yardımından yararlanmamız gerekmektedir. Gittiğimiz bölgenin en az beş yüz yıllık tarihinin bizce iyi bilinmesi gerekmektedir. Bizler kendi ülkemizdeki insanımızın geçmişini ve tarihi özelliklerini bilmemekteyiz. Vaktiyle okuduğum bir kitap ister istemez bizim gözümüzü açmağa sevk etmektedir. Vaktiyle İngiltere vatandaşı olarak Kuzey Irak’ta kalan bir istihbaratçı subay (pek çok özelliği olan yetişmiş bir kişi), o kadar donanımlı olarak otuz yılı aşkın bölgede çalışmış, sonunda bir kitapta faaliyetlerini yazmış. Mahalli dilleri lehçeleriyle bilen bu kişi, aynı zamanda bölgedeki aşiretlerin aile ve tarih yapısını da çok iyi bilmektedir. Bizi sevindiren bir tespit de şudur, aynı yıllarda bölgede görev yapan Osmanlı askeri yetkilisi, kaza kaymakamları da en az o Avrupalı kadar bölgenin özelliklerini, aile ve aşiret yapılarını, hayret edilecek ölçüde bilmektedir. Biz bu özelliğimizi kaybettik, daha da kötüsü böyle bir bilginin lüzumuna pek de inanmamaktayız. Bu subay, Erbil, Süleymaniye ve Kerkük bölgesinde ziyaret ettiği her kasaba ve köyde görüştüğü bir kişiye; “sen falancanın oğlu musun? Yüzün onlara benziyor” diyebilmekte ve olumlu cevap alınca da; “baba annen nasıl, hastalıktan kalktı mı? Vaktiyle nenenizin çok yemeğini, böreğini yedik, sizin falan yerdeki bahçe duruyor mu? Dayın hala enişten ile küs mü? “diyerek karşısındaki yeni tanıdığı insanı hayretlere düşürmektedir. Eğer bir Osmanlının hafızasıyla bu fakir bölgelere gidersek, Allah başarımızı kat kat kılacaktır. Biz yapamasak da, Allah bu tür dernek ve fedakar insanlarımızın sayılarını artırsın ve Allah rızası için yaptıkları bu hizmetlerini başarılı kılsın. Amin.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.