Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

YOZ KÜLTÜRÜN, BAŞÖRTÜLÜ TEMSİLCİSİ OLABİLİR Mİ?

YOZ KÜLTÜRÜN, BAŞÖRTÜLÜ TEMSİLCİSİ OLABİLİR Mİ?

Ortaokul tahsilini yapmak üzere 12 yaşında köyünden ayrılan çocuk, o zamanda orta büyüklükte bir şehirde 2 yıl bir akrabasının yanında kalıyor, sonra özel bir yurda yerleşiyor. Her türlü zorluğa rağmen çiftçi olan babası evladının okuması için her türlü fedakarlığı katlanıyor. İnanılmaz derecede bağlı olduğu öyle ki, dünyanın en iyisi olarak kabul ettiği anası en büyük destekçisi. Asfalt yolları, lastik tekerli, atların ritimli nal sesleriyle çektiği faytonları, simit ve poğaçayı, en önemlisi ilk takım elbise ve kırmızı şeritli, parlak terekli okul şapkasını ilk orada giyiyor. Birden büyüdüğünü düşünen çocuk havalara giriyor, kendine güveni artıyor, ancak geleneksel değerlerinin kıymetini de unutmuyor.

Özel yurtta, ekonomik olarak bağlı çevre köylerden gelen, çoğu köy kökenli çocuklar kalıyor. Merkezi ısınmayı, musluktan akan sıcak suyu, 8-16 kişilik koğuşları ilk orada görüyor. Çocukluktan gençliğe geçişi yurt odalarında yaşıyor. İşi sadece okumak olan çocuğun neredeyse tüm hayatı yurtla okul arasında geçiyor. Kahvaltı düşük kalitede zeytin, kireç gibi beyaz peynir ve reçelden ibaret. Yağlı ve etsiz yemek, bulanık çaylardan bıksa da yine de şükrediyor. Söz vermiş, iyi okuyacak, adam olacak.

Biraz büyüyor, serpiliyor ve liseye başlıyor. Lise ile yurt arası 3 km kadar. Yaz-kış yürüyerek gidiyor. Sınırlı olan harçlığını yola vermek istemiyor, verse de zaten yetmez. Arada bir hafta sonlarında kağıt oynama ve sinema dışında başka bir eğlencesi yok. O dönemde çocukluk ve gençlik şimdiki gibi çok da bir anlam ifade etmiyor. 

Yazları köyüne dönüyor. Tarlada, bağ-bahçede yeterince çalışmaya gidemiyor, zira önünde zıpkın gibi 2 ağabeyisi var. Bu yüzden de pek te tarla yüzü görmüyor. Öyle de olsa köyde de çocukluğunu tam yaşayamıyor. Günleri akranlarıyla su kenarında oturmak ya da dereye çimmeye (yüzmeye) gitmek veya çamurdan araba, tahtadan oyuncak yapıp, naylon ayakkabı ile top oynamakla geçiyor. Stres, sıkıcılık, fakirlik, mahrumiyet o devirde pek fark edilen şeyler değil. Sabah bir dilim ekmek-çay, öğle yoğurt-pekmez; akşam da ne bulursa; bulgur pilavı, ayran; buna da şükrediyorlar, mutlu da. 

Liseyi başarı ile bitiriyor, üniversite okumak üzere Ankara’ya geliyor. Çok iyi puan alıyor, bilmeden seçtiği mesleğini, bitiminde hemen bulduğu işini seviyor ve 20 yıla yakın Ankara’da kalıyor. Çevre, sosyal statü kazanıyor, toplumu ve değerlerini daha iyi öğreniyor. Eğitimini terörün yoğun olduğu yıllarda yaptığı için yaşayamadığı yıllar için çok hep iç çekiyor. Buna rağmen Ankara onun her zaman favori şehirlerden biri oluyor. Favori olmasını büyük şehrin çekiciliğine değil, yakın dostlarına ve anılarına olan saygısına bağlıyor. Ankara’ya her gidişinde ayrı bir hatırasını yaşıyor, gençliğini özlüyor.

Ankara’ya son ziyaretini arkadaşına acılar içinde anlatıyor. “Geçenlerde Ulus, Sıhhiye, Kızılay; şöyle bir tur attım. Ankara ne kadar da hızlı değişiyor ve güzelleşiyor. Opera meydanına nefis bir cami kondurulmuş. Akşam oldu, yemek için Kızılay’dayım. İstedim ki bir gençlik nostaljisi yapayım. Kızılay Karanfil, Sağlık, Sakarya Sokaklar yüzlerce kafe ile dolmuş. Gençlik bizden farklı mekanlarda ve ortamlarda eğleniyor. Kafelere canlı müzikler de girmiş, müziğin ritmine uygun olarak danslar yapılıyor. Gençliğin kavgasız olmasına seviniyor ancak hedefsiz olmalarına da üzülüyor. Önünden geçtiği bir kafeye şöyle bir bakıyor, bir de ne görsün, bir zamanların iman ve dava sembolü, laikçi teyzelerce siyasetin temsilcisi, şeriatın ilk adımı, devlete karşı gelmenin sembolü olarak görülen ve zorla çıkarılan başörtü, ya da türban; erkeklere sürtünerek kıvıran iki genç kızın tepesinde.

Arkadaşım isyan ederek, “Ey feministler, kemalistler, laikçiler; istediğiniz buydu, değil mi?” Ezildim, büzüldüm, işte bu kadar dedim, kendimce. Bütün bunları yapmak, onların başlarını açmak veya yoz kültüre dahil etmek için onları ikna odalarına almaya, ağlatmaya, üniversitelerden kovmaya ne gerek vardı ki. Sal yozlaşmış kültürü, giydir-kuşat, koy cebine parayı, al karayı. İşte iki zaman, işte iki gençlik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Prof. Dr. Fikret Akınerdem Arşivi
SON YAZILAR