Beş dakika hayata ara verin
Son bir yıldır aklım ve vücudum boşta kalmış ve ataletin getirdiği ufak tefek sıkıntılar oluşmaya başlamıştı. Emeklilik tasarlayanların öncelikle bir meşguliyet tasarımı yapmaları daha mantıklı olacaktır. Maalesef kendi adıma böyle bir planlama yapmadan hatta düşündüğümden birkaç yılda önce, tamamen hazırlıksız bir mecburiyet gibi emekli olunca zihin ve beden bir anda boşluğa düşüyor.
Sonra zaman adeta ışık hızıyla akmaya başlıyor. Çünkü tüm günler birbirinin tekrarına dönüştüğünde zamanın nasıl geçtiğini bilemezsiniz. Aslında dün işe başlamıştınız ama bugün aradan onlarca yıl bir anda geçivermiş. Rutin işlerde anı yaşarken çok zor geçer. Ancak geriye dönüp bakarsanız çok uzun yıllar hızla geçiverir. Her gün aynı işlerin tekrarı zamanın akışını düşündüğümüzün tersine, hızlandırır. Farklı işler, farklı günler, farklı yerler ve faaliyet çeşitliliği zamanı renklendirir ve zamanın akışını biraz olsun yavaşlatır. Özellikle devlet memurluğu gibi işlerde çalışanların hayatları her gün birbirinin tekrarından ibaret hale dönüşür. Bu durumu önlemek için hayata renk katmak farklı faaliyetler yapmak gerekir düşüncesindeyim. Hele bu farklı işler ilk kez tecrübe ettiğimiz işler ise her anı yaşamaya başlarsınız ve hayata beş dakika ara vermeniz mümkün hale gelir.
Bu meyanda ramazanın son beş günü akrabalarımdan bir nakliyatçı ile TIR yolculuğuna çıktım. Gençlik yıllarımdan beri TIR kullanmanın oldukça heyecanlı olabileceğini düşünmüşümdür. Yıllar boyu TIR’la yolculuk eden bunu iş olan yapanları takip ettikçe oldukça kaotik bir iş olduğunun farkına vardım. Zaman içinde kaosun konfordan daha öğretici olduğunu öğrendim. Birlikte seyahat teklifi akrabamdan gelince biraz tereddüt ettikten sonra hemen kabul ettim. Çünkü her gün biraz daha fazla tembel, daha miskin bir ruh hali hayatıma hâkim olmaya başlamıştı.
Yapılacak yolculuk zor ve uzundu ama Ramazan ayı ve oruçla birleşince zorluğun katlanmış olduğunu belirtmeliyim. Artık aracımız hem yatağımız hem mutfağımız hem işimiz haline gelmişti. Dört metrekarelik alan tam bir ayımızın geçeceği yerdi. Öncelikle her arabaya bindiğimiz gibi ayakkabılarımızla içine girmemeyi öğrenmiş oldum. Yolda yaptığım ilk sahurla işin zor olduğu kadar eğlenceli olduğunun farkına vardım. Sürücü dikkatinin dağılmasını önlemek için 3 saatte bir takometre zorlamasıyla mola verilmesi ne kadar da önemliydi. Bizim şoförlere kalsa 9 saat aralıksız araç kullanabileceklerini söylerler ama bilimsel araştırmalar ve istatistikler öyle söylemiyor. Ardından Yavuz Sultan Selim köprüsüne nazır bir TIR parkında yapılan iftar, günün ne kadar bereketli geçtiğini gösteriyordu.
Sınır kapısına geldiğimizde bizim için sürprizler kendini göstermeye başlamıştı. Ama tır kaptanları için bunlar sıradan olaylardı. Sınıra kadar 20 km’lik Tır kuyruğu vardı ve her hareket ettiğimizde sadece birkaç tır boyu ilerleyebiliyorduk. Binlerce tır sınırdan geçebilmek için saatler hatta günler süren bir beklemeye giriyordu. Bu tam bir sabır sınavıydı. Yanı sıra günlük çalışma süresi olan 9 saatin bitmesi ile dinlenme süresi girdiği için yolun içinde park etmiş araçlarda o kadar gürültünün içinde uyumaya çalışanlarla doluydu. Yol kenarlarında bir tane bile çöp konteynırı olmadığı için şarampollerimiz beni utandırdı. Sınırı geçtikten sonra yol kenarları tertemiz olunca yüzüm daha da kızarmıştır. Bu işin sorumlusu kimse her gün binlerce tıra ev sahipliği yapan bu yollara çöp koyup-toplanması gerekmez mi? Edirne belediyesine de durumu şikayet eden bir yazı yazdım inşallah cevaplarlar.
Yolların fedakâr çocukları aynı araçta yiyecek, içecek, resmi işlemleri takip edecek, belki faturalarını ödeyecek, dinlenecek, gelecekle ilgili hayaller kuracak üstüne bir de aracın varsa arızalarını giderecek. Akrabam Âdem, yıllarca farklı iş kollarında çalışmış, her işinden farklı kabiliyetleri bu işe taşımış oldukça yetenekli bir çalışan. Kısa sayılabilecek bir süredir tırda çalışmasına rağmen oldukça rahat. En ciddi arızalarda bile soğukkanlılığını yitirmeden, elde ettiği tecrübeyi burada rahatlıkla kullanabiliyor. Kendimle mukayese ettiğimde yıllarca devlette hiç tecrübe etmediğim ve yetenek geliştiremediğimi görüyorum. Belki yıllar önce bir meslek edinmemiz gerektiğini düşünüyorum. Eğer insan bir işte kendini geliştirebilirse burada elde ettiği kabiliyetleri başka alanlara da taşıyabilir.
Ekonomik sıkıntıyla ve hayatta kalma refleksiyle yaşayan toplumların memurları da, sivil insanları da dünkü eyaletimiz olan Bulgaristan ve Romanya’da perişan yaşıyorlar. Gümrük kapısından girer girmez başlayan bozuk bir euroların ne kadar çok iş yaptıklarına şahit oluyorsunuz. Binlerce tırın her birinden birer euro almayı hak gibi- hediye gibi gören insanlar nasıl böyle düşünebiliyorlar? Her gördüğünüz memur ve polisin eline bir euroyu koyup yolunuza devam ediyorsunuz. Ancak bu halin Macaristan, Avusturya ve Almanya’da niçin olmadığını varın siz düşünün. Bu arada AB üyesi olduktan sonra Bulgaristan ve Romanya’nın aktif çalışabilecek genç nüfusunun ülkelerini terk ettiği görülüyor. Binlerce dönümlük üzüm bağları artık bakımsızlıktan ormana dönüşmeye başlamış. Elbette batının zenginleri terkedilen bu arazileri oldukça ucuza kapatmış görünüyorlar. Arazilerin yanı başında duran alman plakaları araçlar yeni sahiplerinin kimler olduğunu göstermeye yetiyor. Artık Almanların kullanmadıkları araçlar Macar, Bulgar ve Rumenler tarafından kapış kapış toplanıyor ki yüzlerce tırla bu eski araçlar bu ülkelere taşınıyor. Kısacası sömürü düzeni ekonomik olarak daha derinleşerek büyüyor.
Kısaca bu yolculukla hayata beş dakika ara vermek bana nakliyat işleri yapan şoförlerin memleket ekonomisine kattıkları katma değerin büyüklüğünü gösterdi. Meslek edinmenin ne kadar önemli olduğunu, mesleğin kötüsünün olmayacağını ve gelecekte yeni yollar açabileceğini hatırlattı. Yine bu yolculuk ekonomik durumun bir memleketin ahlakını ne kadar bozabileceğini yakın komşularımızdan gözlemleme imkânı verdi. Hayata beş dakika ara verin, burada yazdıklarımdan çok daha fazlasını göreceksiniz. Hayata beş dakika, beş dakika hayata ara.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.