Erol Sunat

Erol Sunat

Tacirin hikayesi

Tacirin hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, ticaretle uğraşanı çok olan, ticaretin merkezi kabul edilen dolayısıyla ünlü tacirlerin bulunduğu ve yetiştiği bir şehir varmış.

İşte bu şehirde oldukça hayalperest bir tacir yani tüccar varmış. Hayallerini hikayelerle ve masallarla süsler, anlatır, etrafındaki herkes ağzı açık onu dinlermiş.

Bir zaman sonra, o eski zamanların bin bir gece masallarını anlatanlar gibi biri olmuş çıkmış!

Dükkanına gelen kesinlikle eli boş çıkamazmış. Müşteriyi bir şekilde ikna eder, mutlaka bir şey almadan göndermezmiş. Onun bu özelliği, hasetliğe, fesatlığa ve dolayısıyla da kıskançlıklara neden olmuş. Yalancı demişler, göz boyuyor demişler, insanları kandırıyor demişler,

Bir türlü ondaki o ikna kabiliyetini görmek istememişler. Ticaretin en büyük hastalığı olan, hasislik ve kıskançlık, çok geçmeden şehrin bedestenine bir yılan gibi çöreklenmiş.

Genç tacir, rızkının peşindeymiş, Allah vergisi yeteneğiyle gelen müşterilerini güler yüzle karşılıyor, onları hoş tutuyor, en yüzü gülmez insanı dahi güldürüyor, selamsız sabahsızların ilgisine mazhar oluyor, bir şekilde insanların onun dükkanına gelmekten kendilerini alamıyorlarmış!

Bedesten esnafı, bu kadar da olmaz demişler, hepimizin sattığı şey aynı, aldığımız yer aynı, aynı kervanla gelen mallar her birimizin dükkanında, zenginliğine bizden ondan daha zenginiz, asalet bizde, soy sop bizde, ne buluyorlar bu tacirde diye aleyhinde söylemedik söz bırakmazlarmış.

Genç tacir, küçük yaşta babasını kaybetmiş. Hem öyle ki, babası öldüğünde iki yada üç yaşlarındaymış. Bir sene kadar sonra anasının içinde olduğu kervanı haramiler basmış, bir daha anasından haber alınamamış!

Babasının anası ve anasının anası el ele vermişler büyütmüşler taciri. Dedeler ellerindeki parayı denkleştirip, bir dükkan açmışlar delikanlıya. Zaten her ikisi de kendi halinde tacirlik yaparlarmış.

Ne biliyorlarsa bu hem öksüz, hem de yetim olan torunlarına öğretmişler.

Dedelerin her ikisinden de çok şey öğrenmiş genç tacir. Onlarla birlikte değişik diyarlara gitmiş, ne alınır, ne satılır, nasıl pazarlık yapılır, müşteriye nasıl davranılır gözlemlemiş. Oldukça iyi bir gözlem yeteneği varmış. Bakmakla görmek arasındaki o ince çizgiyi keşfetmek gibi bir kabiliyet vermiş Yaradan.

Şehirde birkaç yüzyıldır küs duran iki Bey sülalesi varmış. Zamanın Sultanı dahi onları barıştıramamış. Birbirlerinden kız alıp verdikleri de vaki değilmiş. Öyle bir olay yaşandığında ise, aşık olanlar ya bağırlarına taş basar, yada çeker giderlermiş şehirden. Değilse sonu ölüm olurmuş sevenlerin. Ne olduklarını, nereye kaybolduklarını bilende olmazmış, gören de…

Genç tacirin bu konularla pek bir alakası yokmuş. Ta ki, o beylerden birinin kızını görünceye kadar. Bey kızı güzel olduğu kadar, mağrur, hırçın, aksi, lafını sözünü çekmeyen, dediğim dedik, şımarık bir kızmış. Ne dese, nasıl davransa alttan alan, aldırmayan, gülüp geçen, her lafa bir cevabı olan, kızmayan, sinirlenmeyen, karşısındakini asla incitmeyen bir delikanlıyla karşılaşınca, şaşırmış kalmış. Hakaretlerinden, davranışlarından, alaycı hal ve hareketlerinden, pişmanlık duymaya başlamış. Bedestende onca dükkan varken, o delikanlının dükkanına neredeyse haftanın birkaç günü uğramaya başlamış.

Bu uğramalar sonrasında şehir çalkalanmış, laf olmuş, söz olmuş, dedikodu çıkmış, ne oluyor Bey kızına denmiş, tacire aşık oldu demişler, Tacir Bey kızına vurulmuş demişler, Davul bile dengi dengine demişler, bu sevda olmaz, sürmez, yazık olacak Tacire demişler. Demişlerde demişler.

Bey kızı yok öyle bir şey demiş anasına… Ben kim o kim, beni güldürüyor, çok güzel hikayeler anlatıyor, gezmediği diyar kalmamış, sadece bana değil, dükkanına kim gelse herkese karşı güler yüzlü. Anası yok demiş, bir kız durup dururken, alıp başını bir tacirin dükkanına gitmez, giderse işte böyle laf-söz olur. Baban benim kızıma itimadım tam dese de, elin ağzı torba mı ki büzelim!

Bu yakıştırma dedikoduları anlatıldıkça anlatılmış. Sonunda olan olmuş. Bey kızı, genç tacire, genç Tacir Bey kızına sevdalanmış. Leyla ile Mecnun hikayesi misali anlatılmaya başlanmış bu aşk hikayesi.

Bey, kızını almış karşısına. Bu tacir demiş, bizim düşmanımız olan Beyin sülalesinden. Olmaz güzel kızım demiş. İki cihan bir araya gelse yine olmaz.

Bu dedikoduların ayyuka çıktığı günlerde, şehre oldukça büyük bir kervan gelmiş. Bu kervanın sahibi, gelmiş bedestenin orta yerinde üç beş dükkan birden almış, hepsini birleştirmiş, şehirde öyle bir dükkan açılmış ki, dillere destan olmuş. Duymayan, bilmeyen kalmamış. Payitahttan bu dükkana alışveriş için gelenler olmaya başlamış.

Lakin, bu dükkanın sahibini bilende yokmuş, tanıyanda. Ön yüzde dükkan sahibinin has adamı varmış. O da burada değil, şu gün gelecek, bugün gelecek, diye atlatır durmuş soranları sual edenleri. Bu dükkandan genç tacire bir davet gelmiş. Genç tacir, almış daveti, varmış o dillere destan dükkana. Dükkan sahibi mevkiinde olan tacir, delikanlı demiş, biz seni bu dükkana taşımayı dileriz. Duyduk ki, bir sevdaya duçar olmuşsun. Kızın babası olan Bey, sana geveze demiş, çulsuz demiş, gönül alıcı laflarla kızımın gönlünü çaldı, benim Bey soyundan gelmeyene, hele hele düşman olduğum bir sülaleye verecek kızım yok demiş. Bizde düşündük, bu işin başına seni geçirmeye karar verdik. Dedelerinle görüştük, ana dediğin kadınlarla da görüştük, iş senin, dükkan senin. Genç tacir iyi de demiş, bu dükkan senin mi, yok demiş tacir, ben emanetçiyim. Bu istek buranın asıl sahibinin isteği. Her ne yaptıysa senin için yaptı. Bu şehre senin için geldi.

Genç tacir, unutmanın tek bir çaresi var demiş, çalışmak, kendini işine gücüne vermek. Deli gibi dalmış işin gücün içine. Lakin bir türlü Bey kızını unutamamış. Kız da onu. Bu işin içinden nasıl çıkacaklarını bir türlü bilemiyorlarmış. Nasıl çıkacaklarmış bu işin içinden?

Bir gece Beyin konağına bir misafir gelmiş. Bey o misafiri görünce, herkesi dışarıya çıkarmış. Beyin karısı, kızı ve en yakın adamları kim olduklarını hiç bilmedikleri bu misafiri o kadar çok merak etmişler ki, herkes kendince bir tahmin yürütse de bu esrarengiz misafirin kim olduğu konusu ortaya çıkmamış.

Ertesi gün Bey, ailesini toplamış. Kızını karşısına almış, Kızım demiş, ben kararımı yeniden gözden geçirdim. Nasıl istiyorsan öyle olsun. Genç Taciri sevdiğini biliyorum. Haberleştiğini de gizli gizli görüştüğünü de. Bey kızı gözyaşlarına boğulmuş. Neden böyle bir karara vardın diye sormamış bile babasına. Adeta sorsa bu büyü bozulacakmış gibi geliyormuş. Sadece Beyin karısı, Beyim demiş, dün gece gelen misafirle bu konunun bir alakası var mı? Sormuş sormasına amma herhangi bir cevap alamamış.

Beyin hasım olduğu, diğer Bey’de toplamış ailesini. Az sonra demiş bu kapıdan içeri birisi girecek, bugüne kadar bana emanet edilen Beylik görevimi ona teslim edeceğim. Bundan böyle Bey’de o, hükümde onun, o ne derse onu yapacaksınız. Ailesi şaşırmış, olur mu demişler. Nasıl olur demişler, bizi bu şehirde herkes Bey ailesi bilirdi. Bey herkesin bildiği kendine kalsın demiş, yeni Beyimiz kalın derse kalacağız, gidin derse de gideceğiz.

Bey kızı, sevinçle gitmiş odasına. Ne anası ne kardeşleri olan bitene inanamıyorlarmış.

Beyin hasım olduğu Bey’in beklediği misafirin geldiğini haber vermişler. Kapı açılmış. İçeriye herkesin bildiği tanıdığı o genç Tacir girmiş.

Bey ayağa kalkmış, ailesine, işte demiş Beyimiz. Bugünden itibaren bu şehirde yüzyıllardır sürüp giden küslük bitti. Küslüğü bir ana kalbi, ana sevgisi sona erdirdi. Bu şehirde yaşanan bu tatsızlık ancak bir ananın eli değmeden çözülemezdi. O ana, Beyimizin anası. O ana hasım olduğumuz Beyin kız kardeşi. O ana geldi, cümle düğümler kendiliğinden açıldı, sırlar ifşa oldu, eteklerdeki taşlar döküldü, yalanlar sus-pus oldu, hakikatler gün ışığına kavuştu. Diller çözüldü. Küslükler bitti.

Anlatırlar ki; Bir daha o şehirde ne küslük yaşanmış ne ayrılık ne gayrılık. Genç tacir, Bey kızıyla evlenmiş. Mesele ne olmuş, nasıl çözülmüş kimse bilememiş. Tacirin anası, sırlarıyla birlikte düğün sonrasında çekmiş gitmiş şehirden bilinmeyen bir diyara!

Şehir şehire, Ana anaya, ahali ahaliye, Bedesten Bedestene, Tacir tacire, Bey kızı Bey kızına, konak konağa, laf lafa, dedikodu dedikoduya benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR