Tarihî Mâbetlerimiz (1)
BAŞLARKEN
Konya Mahalleleri’ni araştırırken mahallelerimizde bulunan tarihî cami ve mescitleri de “tarihî mâbedler” olarak kayıt altına almıştım. İstedim ki 2016’nın Ramazan-ı Şerifinde PUSULA’nın sayfaları, tarihî câmilerimizi tanımaya/tanıtmaya vesile olsun.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan tarihî mâbetler içerisinde türbeler de var. O türbeleri, tekke ve zaviyeler ile medreseleri de tanıtacağız. Böylece Konya tarihine önemli bir kayıt düşmüş olacağız.
Gayret bizden, taktir Allah’tan.
***
Câmi, lügât anlamıyla “toplama, toplanma, bir araya getirilme” demek. Cemaat de “Dini bir fiil (daha çok namaz için) bir araya gelen topluluk” oluyor. İslâm cemaati, esnaf cemaati, Ermeni cemaati gibi.. Konuyu biraz açacak olursak; Arapça ‘cem’ kökünden türeyen Cami ve Mescid kavramlarındaki câmi kelimesi, başlangıçta sadece Cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılmış. Daha sonra, içinde Cuma namazı kılınan ve hatibin hutbe okuması için minberi bulunan mescidlere cami, minberi bulunmayan yani Cuma namazı kılınmayan küçük mhabedler ise sadece “mescid” olarak anılır olmuş. Ancak Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ, Mescid-i Nebevî ve mezhep imamlarıyla ileri gelenlerinin kabirlerinin bulunduğu camilere de mescid denildiğini hatırlatırız.
Mescid, Arapça’da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” mânasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân adıdır. Bir hürmet ifadesi olan secde, aynı zamanda Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in bildirdiğine göre kulun Allah’a en yakın olduğu andır. Aslında Müslüman ümmetine, “Yeryüzü bana temiz ve mescid kılındı” hadisini delil sayarak ibadet edilen her temiz yerin mescid kılındığını biliyoruz. Bizler, Batı (Hıristiyan) ülkelerine gittiğimizde kiliselerde cemaatle namaz kılmakta bir mahzur görmedik.
***
Konya’daki cami ve mescidlerin, Selçuklu döneminde yapılanlar ile Osmanlı döneminde yapılanlar arasında mimarî olarak bir olmadıkları malûmunuzdur. Selçuklu câmi ve mescidleri gösterişten uzak sade ve tek kubbelidir. Buna misâl olarak Abdülmümin, Akçegizlenmez Camii, Beyhekim Camii, İnce Minareli Dârülhadis Camii ve benzersiz bir manareye sahip Hoca Hasan Camii gösterilebilir. Türklerde camiler, genellikle tek başına yapılar olmayıp imaret, külliye veya manzume adları verilen çeşitli vakıf binalardan oluşan bir yapı topluluğunun merkezini teşkil ederler. Böylece camilerin etrafında onlara ek olarak yapılmış çarşı, dârüşşifâ, hamam, hazîre, türbe, medrese, sıbyan mektebi, kervansaray, kütüphane, muvakkithâne, sebil, tabhâne, aşhâne-imaret gibi vakıf yapılar da bulunur. İlk mescid, bilindiği üzere Peygamber Efendimiz’in gösterişten uzak kurdurduğu Kubâ (Takvâ) Mescidi’dir. İslâm dünyasının ilk camisi ise, Medine’deki Mescid-i Nebevî’dir.
Konya’da Rükneddin Mesud döneminde 1155’te inşasına başlanarak 1220’de Alâeddin Keykubad döneminde tamamlanan Alâeddin Camii, çeşitli ek ve değişiklikler yapılmasına rağmen ilk şeklini açıkça belli eder. Bu camide revaklı avlu yoktur. Meselâ, Kılıç Arslan’ın veziri Ebû Said Altınapa’nın yaptırdığı, 1332’de tamir gören İplikçi Câmii ise enine uzanan avlusuz bir binadır. Yani Anadolu’da Türk cami yapı sanatında pâyeli camilerin kâgir tonozlarla örtülmesi sisteminin yerleşmeye başladığı anlaşılır. Minaresi ise sonradan yapılmıştır.
***
Tarihî mâbedlerimizi araştırıp incelerken beni oldukça üzen manzaralarla da karşılaştım. Geçmişi yermekten, geçmişimize sövmekten ve Batı karşısında kendimizde peydah olan aşağılık duygusundan mıdır nedir, Selçuklu’ya başkentlik yapma bahtiyarlığına eren güzel Konya’mızdaki tarihî mabetlere, eserlere, evlere hiç değer vermemişiz. O güzelim Konya evleri ile konaklarına bugün ne oldu?.. Konya’yı yöneden belediye başkanları ile valilerden bazıları, tarihe sahip çıkmayarak birer şaheser hükmünde olan tarihî eserlerimizi yerle bir etmişler. Konya iç kale ve dış kale surları ile Zindankale’den geriye birşey kalmadı. Hasbelkâder inşaat kazılarında ortaya çıkan tarihî surları da, yapılan o bina içerisine ya gömüyoruz ya da cam kafeslerde koruma altına alıyoruz. Canlandırmak ve tekrar yapmak hususunda seçilmiş ve atanmış olarak görevlendirilen idareciler, ne bir gayret sarfediyorlar ne de bunu yapabilecek maddî ve manevî gücü kendilerinde bulabiliyor.
Medreseler ise yağma hasanın böreği gibi satılmış, yakılmış ve yıkılmışlar. Bazı tarihî eserlerimiz de bakımsızlıktan kendi kaderlerine terk edilmişler. Son yıllarda ayakta kalanlarına sahip çıkanları, tarih ileride hayırla yâd edecektir.
Ramazan-ı Şerîfiniz mübarek olsun.
xxxxxxxx
Beyhekim Mescidi
* Günümüzde vakıflarından yoksun olan Beyhekim Mescidi, 1899’da çalınarak Almanya Berlin Müzesi’nde sergilenen muhteşem çini mihrabının iadesini bekliyor
Konya’nın Meram İlçesi, Beyhekim Mahallesi’nde ve Alâeddin Tepesi’nin güneybatısında, Kazûrini Türbesi’nin yakınındadır.
Türkiye Selçukluları dönemi eseri olan Beyhekim Mescidi’nin giriş bölümü, türbe ve harimden oluşuyor. Selçuklu Mescidleridendir. XIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Banisi olan ünlü tabip Nakçıvanlı Ekmeleddin (Beyhekim)’in mütevazı türbesi, giriş mahallindedir. Mabedin mimarı bilinmemektedir. Sonradan kuzey cephesine ahşap bir minare kondurulmuştur.
Mescid, kesme taş ve yer yer de mermer kullanılarak inşa edilmiştir. Kapı ve pencere söveleri de mermerdendir. Doğu cephesindeki kapısından, doğu-batı yönüne uzanan bir koridora girilir. Burada sağdaki küçük odada Beyhekim’in mütevazı sandukası bulunmaktadır. Oda tek pencerelidir. Koridorun solunda yer alan ve yine bir penceresi bulunan oda ise zaviyedir. Üzerlerindeki kalıntılardan bu mekânların beşik tonozla örtüldüğü tahmin edilmektedir.
Kare bir mekândan oluşan harimin kuzeyine ahşap bir mahfil, güneybatı köşesine de minber ilave edilmiştir. Mihrap basit bir nişten ibarettir. Tuğla kubbede iki sıra Türk üçgeni kullanılmıştır Merkezinde çiniden bir yıldız kompozisyonu yer alır.
Yapının, Selçuklu ahşap sanatının nefis örneklerinden olan pencere ve kapı kanatları İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
Mescidin çini mozaik tekniğinde yapılmış orijinal mihrabında bitkisel ve yazılı bordür ler ağır basmaktadır. Sadece niş içerisinde geometrk bezemeler vardır. Niş içerisinde ve bordürlerde Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler (Tevbe/225, Ankebût/45) yer almaktadır. Bu orijinal mihrap, 1899 yılında Almanya Berlin Müzesi’ne kaçırılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Konya vakıflarını tesbit eden bir heyet, mescidin vakıflarını ‘Vakf-ı Mescid-i Beği Hekîmder Mahalle-i Devlethân” başlığı altında Bedesten önünde sekis seki, Hocacihan’da bir bağ, Yahdan=Buzluk önünde, Guraba yerinde, Yerağaç ve mescidin bitişiğinde birer arsa olarak belirlemiştir. II. Bayezid döneminde yapılan tesbitte ise fazladan Meydan (Musalla)’da bir arsa görülmektedir
Beyhekim (Ekmelüddin Nahcuvani)
Türkiye Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya’nın ünlü tabiplerindendir. Hayatı hakkında, belgelere dayalı fazla bilgi yoktur. Asıl adı Ekmelüddin olup, “başhekim” anlamlı Beyhekim unvanıyla tanınmıştır. Nahcıvanlıdır. Konya’ya yerleşen Beyhekim, tıp ilmindeki üstün başarı ve maharetinden dolayı, Selçuklu sarayının ilgisini çekti. Aynı zamanda Mevlâna ve ailesinin hekimliğini de yapan Beyhekim, Mevlâna’nın gönül dostları arasına girdi. Mektup ve sohbetlerinde Mevlâna ona; “Hekimlerin övüncü”, “Hekimlerin tâcı”, “Zamanın eşsiz eri” gibi iltifatlı unvanlarla hitap etmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.