Umut mu?
30 Mart Yerel Seçimleri AKP’nin başarısıyla sonuçlandı.
Hepimize hayırlı uğurlu olsun, kazanan tüm belediye başkanlarımızı ve demokrasimize zenginlik katan tüm adayları kutluyorum.
Sonuçların yorumlanması adettendir. Ben seçim sonuçlarını halkın zekâ düzeyiyle kıyaslayanlardan asla olmadım. Ama aynı kıyası halkımızın kurnazlığı ve ahlaki erozyon olgusu üzerinden yapmaktan da çekinmeyeceğim.
Çünkü halkımız neyin ne olduğunu çok iyi biliyor ve şimdilik işine geleni yapıyor.
Bu da bir tercihtir, saygı duymak zorundayız. Ama iktidarı ve muhalefetiyle halkımızı böyle bir tercihle baş başa bırakan siyasal aktörlerin sorumluluğunu da not etmeliyiz.
“Hizmet eden yolsuz” ve “halka kendini anlatamayan ya da anlatacak bir şeyi olmayan” değerlendirmeleri iyi görülmeli. Tercihler buna göre yapıldı zaten...
Peki, sandık içinden her çıkanı aklar mı? Sandık bir meşruiyet kaynağı olabilir ama asla yargının yerine geçemez. Tabii bağımsız ve tarafsız bir yargının...
Dünyada ve yakın tarihte sandığın aklayamadığı liderlere ve oy oranlarına bir bakalım:
Saddam Hüseyin %99, Hüsnü Mübarek: %88, Beşer Esad % 67, Ferdinand Marcos %54, Zeynel Abidin Bin Ali: %89, Kenan Evren %92, Kim Jong-un %100.
Bu “seçim başarıları”na demokrasi içinde ulaşılmadı, ama bu alınan oyların içerisinde önemli bir oranda destek oyunun da olduğunu tahmin etmek mümkün.
Demokrasi sürprizli: İlk seçiminde tek başına iktidara gelen AKP yanında, bir sonraki seçimde oyları alaşağı edilip kaybolan siyasal partiler de var. Hepsi önce birinci parti olarak iktidara gelen DP, ANAP, DSP gibi...
Çağımızda bilinen en iyi yönetim şekli olan demokrasi, kendisini koruyacak mekanizmaları muhafaza ettiğiniz müddetçe, iktidarın değiştirilebilmesi hakkı ve iktidar olabilme fırsatının güvencesidir. Demokrasiye güzellemeler yapmak iyidir hoştur ama demin açtığım paranteze dikkat etmek gerek. Çünkü demokrasi, özellikle iktidarın mutlak gücüne, siyasal amaçlı din sömürüsüne, halk dalkavukluğuna ve cehalete karşı naif ve savunmasız bir sistemdir. Ancak, onu içselleştirmiş toplumlarda yaşam şansı olabilir. Bu içselleştirme de toplumun öncelikle kendisine saygısı ve bazı erdemleri içinde yaşatma kararlılığıyla gerçekleşebilir.
Halkı bir arada tutabilmek için hilenin önemli bir yol olduğunu tespit eden 16. yüzyıl düşünürü Machiavelli’ye atfedilen bir söz var:
Bir millet iktidarda bulunan kişilerin yolsuzluklarını yalnızca kendi siyasi görüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o millet erdemini yitirmiş demektir. Erdemini yitiren bir millet, bir gün vatanını da yitirir!
Benim, Prince adlı eserinden kendi çevirdiğim sözüyse şu: Yozlaşma bir milletin ahlaki değerlerinin erozyonuyla birlikte kendiliğinden başlayan uzun soluklu bir süreçtir. Ahlaki çözülme bir kez başladı mıydı durdurmak neredeyse imkansızdır.
Niccolo Machiavelli’nin devamında gelen sözü ise felaketi mi gösteriyor umut mu veriyor tartışılır:
Nasıl ki İsrail halkı Mısır'da esir olmasaydı Musa'nın değeri anlaşılmazdı, ya da Atinalılar birlik olsaydı Keyhüsrev'in değeri anlaşılmazdı; İtalya'nın kendi kafa ve ruh asaletini tanıması için de bugünkü kötü durumuna düşmesi şarttı.