'Yası Benzemesin'
"Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır." der İsmet Özel ve devam eder; havanın ciğerlerimize olan saldırısının verdiği acıyla haykırırız ilk önce. Soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. Aslında daima savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir.
Son nefesimizi verdiğimizde ise bize yapılan saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. İşte o vakit geldiğinde yani savaşımızın bittiği günde; zaferimiz ya da yenilgimiz, yasla düşer adımızın önüne. Giden, rüzgârı kendinden menkul bir uçurtma misali, süzülür zihnimizde asla canlandıramadığımız diyarlara ve maalesef geride kalan, trenin tünelden çıktığı gibi, çıkamaz yastan. Martının, denizdeki petrol sızıntısında kanat çırpışı olur gibi çoğunlukla; üzeri katran ile sıvanmış, can yakan kuş tüyleriyle. Tanımı yok aslında; yas sadece, uzaklarda bir yerde hala yaşayan birine, sonsuza dek asla tekrar sarılamayacağımızı, ona dair keşkelerimizi geri alamayacağımızı bilmenin ve unutmaktan korktuğumuz anların sancısıyla kendimize kaçışlarımızın dile düşen hali belki de. Kimsenin yası kimseye benzemiyor, kimse kimseyi anlamıyor. O yüzden yaşı benzemesin deniyor da yası benzemesin denmiyor. Zaten anlamak; insanın, içinde debelendiği hayatı çekilir hale getirebilmek için duymak istediği ve bilhassa; aslında hiç tanımadığı, hatta hiçbir zaman tanıyamayacağı herkese sıkça söylediği bir yalan çünkü, koca bir yalan. Herkes, birbirini anlayamaz ve tanıyamaz bu dünyada. Var olan en sağlam zırhtır insan vücudu; içindeki acıyı, intikamı, sahtekârlığı, umudu ya da kırgınlığı en güzel şekilde saklayan kasa odur. Hala sıcakken, asla yaymaz koridorlarında biriken leşlerin kokusunu dışarıya. Namertliğini göremezsiniz mesela; iş çıkışı otobüs durağında küçük adımlı voltalar atarak sevgilisiyle konuşan adamın ya da asla duyamazsınız bencilliğini, çocuğunun karne gününden onlarca mutlu fotoğraf paylaştıktan sonra ağız dolusu küfürlerle elini havada bırakmayan kadının. Heybesinde, pörsümüş yürekleri kahreden kelimeler taşıyamayanlar için yalnızca evveli ahiri olmayan bedenler vardır ve ölüm; gardı düşüren, zırhı parçalayan tek güçtür. Savaş boyunca, beş duyumuzun algıladığı kadarıyla anladığımız ailemizi, çocuğumuzu, sevdiklerimizi ve belki de sadece sevdiğimizi sandığımız hiçleri, anca cephe kapandığında çıplak görürüz. Zira; birini anladığında ama öylesine değil, gerçekten anladığında, ona sarıldığın an; ellerini sanki arkasında kavuşturabilecek kadar göğsüne alabileceğini hissedersin, bu kesinlikle olağan üstüdür ve olağan üstü şekilde insan olmayı gerektirir. Bunu herkes bilmez ve maalesef herkes, birini ya da biri, aynı anda herkesi sevemez ama hepimizin için, bir gün savaş biter, yaşken eğilmediğimiz kadar yasla eğilir ve biz çekip gideriz; cebimizdeki revolver yere düşer…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.