Âdemoğluna verilen Can ne biçim şeydir?
MEVLÂNÂ: Can ne biçim şeydir, hiç kimse bilemez. Allah, Adem'i yaratınca cana, başına girmesini buyurdu. Can girince balçık halindeki başı, et, kemik ve deri haline döndü…”
“Gazeteci Gözüyle Mevlânâ” araştırma-inceleme yazımızın sonlarına doğru gelmiş bulunuyoruz. Sosyal medyada makes bulan bu yazımıza yönelik olarak Adnan Oktar’ın kediciklerinden bazı itirazlar geldi. Değiştirilen Mesnevî’deki meşhur kabak hikâyesi başta olmak üzere benim yazımda dile getirmediğim müstehcenlik konusunu da ele alan bu çevreler, tasavvuftan hoşlanmadıklarından dolayı A9 Tv’de Mevlânâ’ya ve Mesnevî’ye karşı kampanya başlattıkları da biliniyor. Bütün bunlara 45. Bölümde yer vereceğim.
***
Hz. Mevlâna’nın rubailerinden tutun Divân-ı Kebîr ve diğer eserlerine varıncaya kadar incelenmesi gereken ve üzerinde durulması elzem o kadar çok konu var ki…
Ben gazeteci olmam dolayısıyla konulara ve Hak âşığı Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye kendi zaviyemden bakmaya çalıştım. Bu çalışmamızı kitap halinde araştırmacıların istifadesine sunacağımı da buradan müjdeliyorum.
İhsan’dan kaynaklı tasavvufun neden sevilmediğini burada irdeleyecek değilim. Hasan Özönder Hocam, tasavvufu “Sütün üzerindeki kaymak” olarak nitelendirir ve kaymağın tadı ve lezzetini alabilenlere ne mutlu derdi. “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” demek olan tasavvuf aslında, ‘illâ de edeb, illâ da edeb, illâ da edeb’ten ibaret olsa gerek.
Mevlânâ’nın Yedi Vaazı’nın yer aldığı Mesalis-i Seb’a’yı şimdiye kadar bu kadar dikkatlice okumamıştım. Okuduğunuzda Hz. Pîr’in müthiş bir vaaz ustası olduğu ve üstelik kazancını da bu şekilde elde ettiği zaten biliniyor. Birinci Meclis ile Dördüncü Meclis’te geçen hikâyelerden son derece etkilendiğimi söylemeliyim.
***
Hz. Mevlâna, Ademoğlu’nun nasıl yaratıldığını Dördüncü Meclis’te anlatıyor.
Müthiş derecede tesiri altında kaldığım Âdemoğlu ile Âzim’in hikâyesi şöyle:
“’Ademoğlu, önce erlik suyuydu; sonra bir kan parçası, sonra da et parçası haline geldi. Yüce Allah, rahimler meleği denen meleği, ana rahimlerine memur eder; ey melek, ona suret ver diye emreder. O melek, Levh-i Mah-fuz'dan ona verilecek şekli, sureti almıştı; ona göre rahmin dışından, üstün ve ulu Allah’ın buyruğuna göre onu düzer. Şekli tamamlanınca, ey melek geri git, bizim onunla gizli bir işimiz var diye buyruk gelir. Ondan sonra ona can verir. Can ne biçim şeydir, hiç kimse bilemez. Ondan sonra da rızkını yaz, kutsuz, yahut kutlu olacağına göre yapacağı şeyleri yaz diye buyruk gelir. Allah, Adem'i yaratınca cana, başına girmesini buyurdu. Can girince balçık halindeki başı, et, kemik ve deri haline döndü; başından başka tüm bedeni balçık halindeydi. Âdem, gözünü açınca, bütün lütuf ve ihsanların Allah’dan olduğunu bilmesi için bedenini balçık halinde gösterdi ona.
Hikâye ederler, İsraîloğulları'ndan Âzim'in hikâyesini söylerler hani. O, günlerden birgün,
bozgunculuk, kötülük yuvası olan evinden çıktı; ovaya doğru gitmeye koyuldu. Bir yere vardı; gördü ki bir topluluk ekin ekmiş, zahmet çekmişti; sonunda da o ekin boy atmış, sararmış, saplar tanelerle dolmuş, biçilecek, harmana götürülecek bir hale gelmişti. Derken o topluluk ateş getirdi, bütün o ekinleri yakıp yandırdı. Adam, kendi kendisine, böyle bir geliri yakmaya acımıyorlar mı ki dedi. Oradan şaşkın bir halde geçip gitti, başka bir yere vardı. Orda bir adamı gördü; bir taşı kaldırmaya uğraşıyordu. Fakat bir türlü de kaldıramıyor, yerinden bile kımıldatamıyordu. Derken bir başka taş aldı, getirip o taşın yanına koydu. Bu sefer ikisini birden kaldırmaya uğraşıyor, yerinden kımıldatamıyordu. Azim der ki: Ne tuhaf şey dedim; taş birken
yerinden bile oynatamıyordu, şimdi iki oldu, daha da ağırlaştı; yerinden nasıl kımıldatacak? Derken adam gitti, üçüncü bir taş getirdi, ikisinin yanına koydu. Taş üç olunca üçünü de kaldırıverdi, yola düşüp gitti. Azim bu şaşılacak şeyi de gördü; gene ovada yürümeye koyuldu. Bu sefer bir koyun gördü; beş kişi, koyunu korumadaydı. Birisi koyunun sırtına binmişti, biri koyunu sırtına almıştı. Birisi koyunun memesine yapışmıştı; memeyi sağıp duruyordu. Birisi koyunun boynuzunu tutmuştu; birisi de iki eliyle kuyruğunu yakalamıştı. Azim’e soru sormaya izin yoktu; ordan da yürüyüp gitmeye koyuldu. Bir dişi köpek gördü ki karnında köpek encikleri havlamadaydı. Azim, ne de şaşılacak şeyler gördüm dedi. Gide-gide bir şehrin kapısına ulaştı. Orda bir ihtiyar gördü. Dedi ki: Şu geldiğim yolda şaşılacak şeyler gördüm. İhtiyar, ne gördün diye sorunca, bir topluluk gördüm dedi ekin ekmişler; ekinleri de yetişmiş; hepsini ateşe verdiler. İhtiyar, o dedi, Ulu Allah’ın sana göstermek istediği bir örnek. Onlar, öylesine bir toplum ki kullukta bulunmuşlar, ibâdetler etmişlerdi; sonunda bozgunculuklarla, kötülüklerle, suçlarla uğraşmışlardı; Yüce Allah da "Ne yaptılarsa hepsini ele aldık da zerreler haline getirip dağıttık"(Furkan/23) âyetinde duyurulduğu gibi onların kulluklarını, ibâdetlerini yok etti. Başka ne gördün dedi. Âzim, bir adam gördüm dedi; bir taşı kaldırmak istiyordu; bir türlü kaldıramıyor, yerinden bile kımıldatamıyordu; böylece gördüğünü sonuna dek anlatınca ihtiyar, bu, şu adama benzer: Bir suç işler, o suç kendince pek büyüktür; ona tahammül edemeyeceğinden korkar; bu düşüncedeyken bir suç daha işler. Artık bu suç, ona daha kolay görünür; çünkü taş iki olmuştur; görür ki yerinden kımıldatabiliyor. Birinci taş tekti, onu yerinden kımıldatamıyordu. Bundan sonra üçüncü defa bir suç daha işler, başka bir günah daha yapar; artık bütün günahlar ona kolay görünür, hafif gelir. Azim ey ihtiyar dedi; bir de bir koyun gördüm. Gördüğünü olduğu gibi anlattı. İhtiyar o koyun dedi, dünyaya benzer. Üstüne binenler padişahlardır; koyunu sırtına alanlarsa yoksullardır; insanlardan bir şey isterler, bir şeyler dilerler. Kuyruğuna yapışan, işi sona varmış, eceli yaklaşmış, ömründen pek az bir zaman kalmış adama benzer.
Koyunun iki boynuzunu tutmuş olan, dünyada, ancak pek büyük sıkıntıyla, pek çok zahmetle
yaşayabilendir; ama memesini yakalayıp sütünü sağanlar, zenginler, sermâye ıssı olanlar, kâr elde edenlerdir. Azim, bir de kancık köpek gördüm; encikleri analarının karnında havlaşmadaydı dedi. İhtiyar, bu da vakitsiz söz söyleyenlere benzer dedi; onlar köpek enciklerine benzerler; daha ana karnındayken havlarlar.
Başında aklın varsa, gözün görüyorsa
Sat dilini de başını kılıçtan satın al.
Balık, söyleyen dile tama' etmedi de
Bu yüzden balığın başını kesmezler.
YARIN: Âzim ile ölüm meleği arasında geçen hikâye…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.