BİRAZ NEZÂKET LÜTFEN
Hiç olmadığı kadar karmaşık ve hızlı bir çağda yaşıyoruz. Ve çevremizi saran bu hız düzeninin yolunda gitmesi için, uymamız gereken fazlaca kural mevcut. Hepsi toplum düzeni ve güvenliği için elbette. Her bir birey bir diğeriyle etkileşim ve iletişim içinde ve ayrıca birbirlerine karşı sorumluluk taşımaktadır. Yazılı kurallar dışında, sosyal yaşamın da kendine has kural ve incelikleri vardır. Bu kuralların en incelikli olanı ve dikkat gerektirenlerin başında ise; âdâbı-muâşeret kuralları gelmektedir. Yani; bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen nezâket, saygı ve görgü kuralları.
Görgüde odak kendimiz değil karşı taraftır, diğer insanlardır. Diğer insanların ne düşündüğü, ne istediği ve onlara nasıl yardımcı olmamız gerektiği ön plandadır. Bu kuralların sadece belirli kesimlerin değil toplumun her kesiminin bilmesi, hiyerarşik düzenin var olması için gereklidir.
“Ben bu kurallara uymak istemiyorum, mecbur değilim…” gibi bir söylemle, toplum içine karışan bir birey toplum tarafından dışlanmaya mahkûm olur ki insanın fıtratında, diğer insanlarla birlikte yaşamak ve beğenilmek arzusuna tamamen ters bir durumdur.
Görgünün temelinde nezâket vardır. İki kavram aslında birbiriyle ayrılmaz bir bütündür. Nezâket; edep, kibarlık, zarafet, incelik gibi kavramlar birbirleri ile kâimdir.
Bu kavramları bünyesinde barındıran insan; naziktir, nezihtir, naziftir. Sözü ve hatta susuşu bile hikmet doludur. Vakur duruşludur. Kimsenin kendinden incinmediği ölçülü bir insandır. Bulunduğu ortama ferahlık katar, canlı cansız bütün varlıklara hürmet gösterir. İçinde bulunduğu toplumun derdiyle dertlenir. Yolunu dertli insanlarla kesiştirir. Fiiliyat insanıdır. Sürekli hareket halindedir. Etrafındaki gelişmelere ilgi gösterir. Kendini sürekli geliştirme gayreti içindedir. Tevazu sahibidir, ölçülüdür. Sadelik ise onun ölçüsüdür. Gösterişten uzak durur. Yumuşak başlıdır.
Tabi ki tüm bu hasletler içimizden gelerek ve samimiyetle yapılıyorsa bir gerçeklik ve anlam taşır. Bunun içinse tüm bu hasletler çocukluktan başlayarak verilecek eğitimle mümkündür.
Kısacası bir çoğumuzun aklına âdâbı-muâşeret kuralları denilince; çatal bıçak kullanımı, protokol kuralları veya üst düzey yöneticilerin ve bürokratların uyması gereken kurallar dizisi gelirken, gerçek tam aksine toplumun her kesimini, her yaştan kapsayan kurallar bütünüdür.
Daha önceki yazımızla bağlantılı olarak; yaygın bir şekilde genç neslin yolunu kaybettiğinden, kural tanımazlığından, çevresiyle olan uyumsuz ilişkilerinden ve hatta aşırı içine kapanık olduğundan dem vurup, örneğin; toplu taşıma araçlarında büyüklerine yer vermemesi, topluluk içinde yüksek sesle konuşmasını, çevresiyle ilgilenmeden sürekli akıllı telefonuyla ilgilenmesi gibi sayısız örnekle şikâyetlerimizi dile getiriyoruz yetişkinler olarak.
Oysa - daha önce de bahsettiğimiz gibi- bu gençler steril bir uzay boşluğunda büyümedi. Büyüklerinin trafikte başkasının hakkına girerek hatalı sollamasını, yolda yürürken diğer insanların da olduğunu aldırmadan saygısızca ilerlediğini, aşırı agresif tavırları ile sürekli tartışmaya hazır hâl sergilemeleri gibi sayısız olumsuz davranışlarına şahit olarak büyüdü. Dahası televizyonlardaki programlardan; başarı veya güç elde etmek için her türlü kural ve ahlâk sınırlarının aşılmasının mubah sayıldığı bilinçaltı mesajlarını alarak günlerini geçiren bu çocukların, mucizevi bir şekilde nasıl yukarda saydığımız özellikleri kendilerinde barındırmasını bekleyebiliyoruz.
Kadim kültürümüzde tüm bu âdâbı-muâşeret kuralları hayatın her kesimini kapsayan kurallar bütünüyken artık unutturuluşuna sessizce seyirci kaldık.
Hak aramanın eşkıyalıkla, başarının başkasını aşağılara iterek ve hatta onu yoldan çekerek elde edebileceği fikri sabiti tarafımıza aşılanıyor ve bizler de uyuşmuş bir şekilde bu duruma seyirci kalıyorsak tüm sorumluluğu nasıl olur da yeni nesle atabiliriz?
Özellikle henüz ilk günlerinde olduğumuz ve idrakine varmaya çalıştığımız mübarek üç aylarda, ibadet anlayışımızın sadece belirli “şeklî” ibadetlerle sınırlamadan, hayatın tüm alanındaki yaşam tarzımızın da bir ibadet olduğunun bilincine vararak yaşamaya çalışmak en büyük görevimiz olmalıdır. Bizler olması gereken yaşam tarzına sahip olduktan sonra ardımızdan gelen neslin bizi takip etmemesi için hiçbir neden olamaz.
Kıyıya vuran binlerce deniz yıldızı hikâyesi misâli, hepsini denize tekrar atmaya gücümüz yetmez belki ama bir ya da ikisini kurtarmaya çalışmak bile biraz olsun mürekkep kokusunu içine çekmiş herkesin boynunun borcudur.
Bu vesileyle herkesin mübarek üç aylarını kutlar, tüm İslâm alemi ve ülkemiz için hayırlara vesilesini olmasını dilerim.
Dualarınız Makbul Olsun İnşallah…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.